Hastane Günlüğü

hg1

Hastanenin hurdaya çıkan hasta yatakları yenileriyle değiştirilirken yatak ile somya arasına sıkıştırılmış olarak bulunmuştu. Sararmış sayfalarının çoğunda el yazısı ile sadece haftanın günleri yazılıydı. Herhangi bir tarih veya kime ait olduğuna dair ipucu içermeyen günlüğe benziyordu. Görünüşe göre günlük tutmaya çalışan eski hastalarımızdan birine aitti. Arada birkaç sayfada ”bu gün yine suskunsun” yazılıydı. Aşağıdaki satırların yazıldığı sayfadan sonrası ise boştu;

SALI

Yine karanlık sessiz bir gece ve yine başbaşayız. Konuşmasadan da bugün dertleşeceğim seninle. Bu akşam erken uyuyunca gece yarısından sonra uyandım, uyku tutmadı. Rüyamda, yıpranmış kalın gövdeleriyle birbirlerine destek olmaya çalışan ağaçlardan oluşan yaşlı bir ormandaydım. Hatta oradaki ağaçlardan biriydim. İçi boşalmış kuru gövdemle pek sağlıklı görünmesem de dallarım yeşillenmişti. Sonrasını hatırlamıyorum. Hayrolsun diyelim.

Hastalığım ilerledi, geri dönüş yönünde umutlarım azaldı dahası içimdeki ses sustu, çoktandır konuşmuyor ama doktorum benim için hala umut olduğunu söylüyor. Söyledim anlamadı. Çocukluktan beri yitirmediğim içimdeki o ses sustu. Geçirdiğim ameliyattan sonra o sesi duymaz oldum. Artık kendi kendime konuşamıyorum. Önce o terk etti beni. Bu bedendeki günlerimin sayılı olduğunu biliyorum. İçindeki sesi susturup onun bunun sesiyle yaşayan pek çok arkadaşımdan daha çok yaşadığımın üstelik kendim olarak yaşadığımın da farkındayım. Eh, buna da şükür.

hg-2

Her çocuk gibi küçükken sesim çok çıkar, millet gürültümden yaka silkerdi. Yaramaz damgasını bir kez yedikten sonra insan rahatlıyor. O zamanlar hem çok konuşur, soru sorar ilgi hep üzerimde olsun isterdim. Büyükler ise nedense bize öncelikle susmayı öğretirdi. Okula gidince okuma yazmadan önce önce elini kaldırıp izin almadan konuşmam gerektiğini öğrettiler.

O zaman içindeki sesi bastıran pek çok arkadaşımın yaptığı gibi susmadım, kendi kendime konuşmayı denedim. Bağırmak haykırmak istediklerimi ise günlüğüme yazdım. İçinden gelen sesi bastıran uslu çocuklardan olmayı hiç istemedim. Hep kendi sözcüklerimle konuştum.

Öyle başarılı bir öğrenci olduğum söylenemez, zaten pek disipline edilememiş olduğum için başarılı iş hayatım da olmadı. Bir çatlak ses olarak ordan oraya savruldum. İçindeki sesi bastırıp sistemin istediği gibi yetişenler kendi seslerini unutup başkalarının sesleriyle konuşup düşünmeye çalıştıkça meslekte yükseldiler. Kariyerlerinde yükseldikçe bir şeylerin eksik kaldığını fark ettiler ama eksik olanın kendi sesleri olduğunu bir türlü bilemediler. Hep başkalarının sesi ile konuştukça kendilerini de hissedemez hale geldiler. Verdikleri emir ve komutlarla başkaları üzerinden hatta onları üzmek pahasına kendini hissedebilmeyi fark ettiklerinden beri her konuya karışır oldular. Çocukken onları susturup frenleyecek birileri vardı ama şimdi onları zapt edecek kimse de kalmadı. Herkesi kendi sözcükleriyle konuşup düşünmeye zorlayarak insan öğütmeye, yaratıcılıkları törpülemeye başladılar. Çırpınışları nafileydi, aradıkları o ses yıllar önce susuz kalıp kuruyan bitki gibi solmuştu. Karşılarında kendi sesi ve düşünceleri ile diklenen birini görmekten de hiç haz etmeyip hemen bertaraf ediyorlardı.

Böyle harcanan çok yetenek gördüm. Belki ben de onlardan biriyim. Ama onlar kendi olmanın farkını ve değerini bilerek yaşadılar, ?Doğrucu Davut? örneği seslerini yitirmeyip eğilip bükülmedikleri için hep dikkat çektiler, çoğunlukla yalnızdılar ama bundan rahatsız olmadılar. Yalnız olsalar da içlerinde çocukluktan kalan kendileri ile konuşup vakit geçirebiliyorlardı. Zaman geçtikçe esas felaket o çok başarılı görünen ama içlerindeki derin yalnızlıkla baş başa kalmaktan korkanlarda yaşanıyordu. Para ve makam gücüyle yalnız olmayı sürdürebilseler de kalıcı arkadaşlık kuramıyorlardı. Samimiyetsizliği, yapaylığı görenler kısa sürede rahatsız olup uzaklaşıyordu.

Böyleleri dıştan görkemli görünseler de erozyonla kökleri açığa çıkan, tutunduğu toprak ayağının altından çekilen ağaçlar gibi gün be gün devrilmeye yaklaşıyordu. Onca panik çaba ise kendini taşımaktan aciz o koca gövdeye birilerinin destek olması içindi. Eh, o da bir yere kadar.

Off, sıkıldım, çok sıkıldım. İçimdeki kendim yerine günlükle konuşmanın hiç tadı yok. Gördüğüm rüyayı yorumlamıyor, dönüp cevap bile vermiyor ?Kendini kandırıyorsun. Kimse hep kendi olamaz, herkes biraz başkasıdır. Yaşamadıklarının hesabını vermekten korkuyorsun değil mi?? gibi sorular sorup canımı bile sıkamıyorsun. Pek konuşkan biri olmasa da doktorum bile daha geveze.

Her neyse bu gece sanki diğerlerinden daha uzun sürdü. Bir türlü gün ağarmadı. Karanlığa rağmen ağaçların kuşların dışarıda yerli yerinde olduğunu bilmek sabah olunca onları göreceğini hayal etmek bile umutların yeşermesi için yetiyor. 

Hatta…

Belki de gerçekten yanılıyorumdur, doktorumun dediği gibi benim için hala biraz umut vardır. 

Sabaha çok kalmadı, şu gece bir bitse…  

Dr.Mehmet Uhri

2 Responses to “Hastane Günlüğü”

  1. Ahmet Çağıldak diyor ki:

    Öykülerini asla atlamıyorum. Onları seviyorum. Peki ya bu fotoğraflar, onları nasıl böyle öyküye uygun ve bu kalitede buluyorsun?

  2. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sevgili dostum çoğu kez öyküyü o fotoğraflar sayesinde kaleme alıyorum. ..

Leave a Reply