Gazetecinin Aynası

karpuzcu

Lise yıllarından beri arkadaşlığımız aralıklarla da olsa sürmüştü. Kariyer planlarken genellikle tıp veya mühendislik arasında seçim yapılırken o ısrarla gazeteciliğe yönelmişti. Ailesi hiç olmazsa hukuk okuması için zorlasa da bizimki inatçı çıkmıştı. Mesleğinde istediği noktaya gelip gelmediğini bilemem ama kalemi ile tanınan gazetecilerden olmuştu. Ortak bir arkadaşımızın cenazesinde karşılaştığımızda hasretle birbirimize sarıldık. Cenaze sonrası kahve içip konuşmak üzere sözleştik.

Sıkıntılı görünüyordu. O konuşkan arkadaşım gitmiş sanki her an kavga çıkaracak kadar öfkeli tanımadığım biri vardı, karşımda. Başlangıçta cenazeden etkilenmiş olduğunu düşündüm. Ama yine de bir tutarsızlık vardı. Nasılsın diye sorduğumda ?bilmiyorum, kendimi tanıyamıyorum, aynaya bakmak zul geliyor? diye yanıtladı. Anlatmak ister misin dememi beklemeden garsona kahve siparişini verip anlatmaya başladı.

- Hatırlarsın, lise son sınıfta mesleki tanıtım amacıyla okulumuza gelen konuşmacı sayesinde gazetecilik yolunda ilerlemeye karar vermiştim. Sınav başarımın daha fazla talep gören mesleklere yetiyor olmasına ve ailemin karşı çıkmasına rağmen gazeteciliğe yöneldim. O gün okulumuza gelen gazeteci kafamdaki soruları yanıtlamış ve peşine düşmem gereken soruları da önüme sermişti. Gazeteciliği tanımlarken ?toplumun hafızası olmak? biçiminde bir kavram kullanmıştı. İnsanların unutmak veya hatırlamamak gibi bir zaafı olmasına karşın bilgi birikimini nesilden nesile aktarabilecek mekanizmaları geliştirerek ilerlediğini vurgulayıp gazeteciliğin de benzer hafıza mekanizmalarından biri olduğunu söylemişti. Gazeteciliğin, güncel olayları haberleştirip kayda alan, unutulsa bile günü geldiğinde hatırlatıp güncelleştirebilen bir yapısı olduğunu, bu haliyle pek çok güncel özelliğinin yanı sıra toplumsal bellek olarak da kurgulandığını örnekleriyle anlatmıştı. Anlattıkları, mühendis veya doktor olmayı hedefleyen sizlerin pek ilgisini çekmediği için toplantının bir an önce bitmesini bekleyenlerin itirazına rağmen ayağa kalkıp gazeteciliğin yazarlıktan farkını sormuştum. Zor bir soru sorduğumu söylemiş ve gazetecilerin yazarlar gibi üretken olduklarını kendilerinden bir şeyler katarak olayları edebi anlatımla aktarabilme özellikleri olduğunu ancak haber yaparken bu özelliklerini frenleyip olabildiğince yorumsuz olarak haberleştirmeyi de başarmak zorunda olduklarını vurgulamıştı. Bir yazar kadar becerikli ve bir gazeteci kadar kendini frenleyebilen kişilerin iyi gazeteci olabildiğini aktarmıştı.

- Hatırlıyorum. O yıllarda fotoğraf merakım yüzünden okulun fotoğrafçılık kolunda çalıştığım için ben de ayağa kalkıp ?gazeteler sadece yazılardan oluşmuyor, fotoğraflar da var. Gazetelerdeki fotoğrafların diğer fotoğraflardan farkı nedir?? diye sormuştum. Fotoğrafın da yazı gibi aktarılmak istenen olay veya habere uygun seçildiğinden söz edip yazıda olduğu gibi fotoğrafın sanatsal yanından çok haberi yalın haliyle çarpıtmadan veren görüntülerin tercih edildiğini vurgulamıştı. Fotoğraf sanatçısı olmanın çekilen görüntünün gazeteye basılması için yeterli olmayabileceğini, bu nedenle gazete fotoğrafçısının kendini olabildiğince geri plana alabilenler arasından sivrildiğini anlatmıştı. İnsan o yaşındayken kendini dizginlemek zorunda kalacağı bir işe pek iyi gözle bakamıyor. Bu sözleri bir tür sansür veya yayınlanmayacağı gerekçesiyle gereksiz film harcamama düşüncesiyle çekilmeyen fotoğrafların otosansür doğurduğunu düşünmüştüm.

Kahvelerin gelmesi ve ilk yudumların alınmasıyla başlayan sessizliği ?iyi de şimdi niye böyle meslekten bezmiş haldesin?? diye sorarak bozdum.

- O gün senin sorunun ardından bir kez daha ayağa kalkıp neyin haber olduğuna ve hangi haberin yayınlanıp hangisinin yayınlanmayacağına nasıl karar veriyorsunuz. Bir de yazdığınız haberin gerçeği yansıttığından nasıl emin oluyorsunuz? diye sormuştum. Arkadaşlarım sorumu açık bir eleştiri hatta saldırı olarak görmüştü. Neyse ki konuşmacı gazeteci mesleğinin deneyimlilerindendi. ?Bu soruyu ben de ara sıra kendime sorarım. Sormak da gerekiyor sanırım. Yıllar önce haber kovalarken fotoğrafları da kendim çekiyordum. Sirkeci civarında bir patlama haberi geldiğinde yandaki binanın çatı katına çıkıp fotoğraf çekmiştim. Bulutlu karanlık bir gündü. Işık yeterli gelmeyince uzun süre pozlayarak çektiğim fotoğraflara sonradan baktığımda hareketli olan eşya ve insanların silüet olarak göründüğünü veya görünmediğini, fotoğrafın hareketsiz duran ne varsa onları çektiğini gördüm. Bu haliyle elimde tuttuğum fotoğraf üzerinde hiçbir oynama yapmamış olmama karşın çekildiği andaki gerçeği yansıtmıyordu. O kalabalık meydan fotoğraflarda neredeyse bomboş görünüyor veya hayalet gibi araç ve insanlar izleniyordu. Yani ne yaparsam yapayım çektiğim fotoğraf gerçeği yansıtmıyordu. Bu haliyle yayınlasam o kalabalık meydanı bomboş gösterecek ve okuyucuyu yanıltacaktım. O zaman haberlerim için de bunun olabileceğini düşünüp korktum. Gerçekte olanın ne kadarını aktardığımdan hiçbir zaman emin olamayacağımdan korktum. Bu korkum meslek hayatım boyunca hep peşimden geldi, yakamı hiç bırakmadı? şeklinde yanıtlamıştı.

- O gün seni tanımakta zorlanmıştık. İlk sorumu yanıtlamadınız diye ayağa fırlamış. Yayınlamadığınız haberlerden pişmanlık duyduğunuz hiç olmadı mı diye üstelemiştin. O da ?bu sorunun yanıtı ülkeden ülkeye değişir, bu konuyu dışarıda konuşalım? gibi bir yanıt verip toplantıyı sonlandırmıştı. Sonrasında görüşüp görüşmediğini bile hatırlamıyorum.

gazete

Arkadaşım söylediklerimi başını sallayarak onayladı ve kahvesini yudumlamayı sürdürürken o gün ayak üstü konuşamadığını ama kartını alıp birkaç gün sonra yanına gittiğini, gazeteci olmak istediği için mesleğe yönelik sorularına açık yürekli yanıt beklediğini söyleyip yarım saat kadar konuştuğunu anlattı. Konuşma sırasında ; Gerçek bir gazeteci için haber değeri taşıdığı halde yayınlanmayan haberlerin hep can yakıcı olacağını ve haberler arasında seçim yapanların haklı olup olmadığını zamanın göstereceğini söyleyerek ?Gerçek bir gazeteci haberin yayınlanmasının doğuracağı sonuçları öngöremez, buna ihtiyacı da yoktur. Gerçekler hep birilerini rahatsız etse de haberini yazar editöre teslim eder. Editörün yayınlayıp yayınlamama kararı haberciliğin toplumsal bellek işlevi gereği zaman içinde eleğin üstünde kalıp kalmayacağı ile şekillenir. Otosansür uygulamaya kalkar ve buna kendini ikna edersen aynaya bakacak yüzün kalmaz, delikanlı. Gerçek bir gazeteci olmak istiyorsan her seferinde aynaya bakıp haberi tarafsız ve en gerçek haliyle yazıya döktüğünden emin olup olmadığını kendine sormalısın? diye öğüt verdiğini anlattı.

- İyi de şimdi ne oldu? Bu halin ne?

- Uzunca bir süredir aynaya bakamıyorum. Üstelik tanıdığım bildiğim hemen tüm gazeteciler aynaya bakamaz haldeler. Bu toplumun hafızasını başka şeylerle oyaladığımızı, gerçeklerin kayda geçmesini engellediğimizi ve  bu haliyle mesleğimizi yapamaz hale geldiğimizi düşünüyorum. Başlangıçta erişmek istediğim nokta bu değildi. Kendimi kandırıp ikna ediyor, sonra toplumun hafızası olacak gerçekleri yazmak yerine sabun köpüğü haberlerle günü geçiştiriyorum. Herkesin böyle yapıyor olması da kendimi haklı görmem için yetiyor. Ancak aynaya bakınca yüzümün kızarmasına engel olamıyorum.

- Hekimler uzunca bir süredir hastalarını iyileştirmekten çok hastanelerine para kazandırma ve kazandırdıkları paradan geçinme telaşında. Bu senin söylediğin mesleğe yabancılaşmayı bizler de yaşadık. Buna direniş gösterirken basın yanımızda değildi. Sesimizi yükseltemedik. Şimdi bunları bana niye anlatıyorsun? Sana nasıl yardım edebilirim? Az önce toprağa verdiğimiz arkadaşımız gibi bizler de ölüp gideceğiz. Arkamızdan iyi insandı diyecek olanlar aslında nasıl bir hekim veya gazeteci olduğumuzu iyi bilecekler. Herkesin birbirini kandırdığı bir dünyada kandırılmaya hazır insanlar olarak geçip gideceğiz. Bunca kirlilikten kurtulmak istiyorsan bırak, vazgeç, bağımsız gazeteciler arasına katıl, sosyal medya ve internet üzerinden gerçek haberlerini yazmayı sürdür. Tarihe not düşmek değil miydi, aradığın?

Saatine göz atınca kalkması gerektiğini fark etti. ?Gitmeliyim, yazı işleri daha fazla beklemez? dedi. Hesabı ödeyip ayağa kalktık, sarıldık. Konuşup dertleşmenin iyi geldiğini söyledi.

Ertesi gün sabah erkenden telefonuyla uyandım. Günaydın bile demeden ?Biliyor musun, dün gece rüyamda aynadan sayfalarına haberlerin yazıldığı bir gazete çıkardığımı, herkesin haberleri okurken kendi ile yüzleştiğini, ellerinde aynadan gazeteler ile dolaşan insanların olduğu bir şehirde yaşadığımı gördüm. Bu bana çok iyi geldi. Ne yapacağımı artık biliyorum. Paylaşmak istedim? dedi ve telefonu kapattı.

Dr. Mehmet Uhri

Kapak fotoğrafı, İstanbul Tabip Odası 2014  14 Mart Tıp Haftası Fotoğraf yarışmasında renkli fotoğraf dalında birincilik ödülü alan değerli meslektaşım Dr. Fatih Balkan’a aittir. Gezi olayları sırasında Taksim’de çekilmiştir. Üzerine tıklayarak orijinal boyutlarına ulaşabilirsiniz.

Leave a Reply