Galata’nın Martıları

gm2-1Bunca yılın martısıyım böyle şey görmedim. Kendileri pek kabul etmese, görmezden gelmeye çalışsa da bu şehre ve şehrin insanlarına bir şeyler oldu. Hastalık gibi bir şey bulaştı ve sanki insanların huyları değişti. Eski galata köprüsünün bir gecede yanıp kül olmasıyla başladı, her şey. Haliç girişinin emektar martılarındanım. İnsanlar gözlerini kaçırmaya çalışsalar da ben her şeyi gördüm, yaşadım. O gece yangın olmasa ve köprü ayakta kalsaydı şehir yine değişecekti belki ama insanlar böyle birbirine uzak ve yabancı olmayacaktı. Köprünün yanıp kapanması biz Galata martıları için de hiç iyi olmadı. Kimse olmayınca aç kaldık. Aç kalmaktansa gemilerin peşine takılıp uzaklara gidenlerimiz bile oldu. Çoğundan bir daha haber alamadık. Her şey o gece köprünün yanması ile başladı.

İyisi mi; size her şeyi baştan anlatayım.

gmm3Sirkeci ile Karaköy arasındaki köprüyü bekleyen martılar olarak rahatımız yerindeydi. Günden güne sayımız çoğalıyordu.  Galata köprüsü büyümekte olan şehrin kalbi gibiydi. Herkes buraya toplanıp buradan şehre dağılıyordu.  O zamanlar Sirkeci bölgesi küçük esnafın çoğunlukta olduğu görece fakir bölge olmasına karşın Galata ve Karaköy zenginlerin muhitiydi. Köprü işte bu iki yakayı birbirine bağlıyor, zengini fakiri köprü üzerinde karşılaşıyor aynı köprüyü kullanırken birbirini görüyor, fark ediyordu.  Normalde bir araya gelmekten haz etmeyecek farklı sosyal konumdaki insanlar köprü üzerinde yan yana balık tutuyor, biz martılara simit atarken karşılıklı gülüşüp şakalaştıklarını görüyorduk.  Nasıl oluyorsa o köprü iki yakayı birbirine bağladığı gibi farklı insanları da üzerinde eşitleyip yaklaştırıyordu. Macera arayanlarımız olsa da Galatanın martıları olarak gemilerin peşine takılıp gitmektense orada olmayı kendimiz için ayrıcalık sayıyorduk.

Sanki canlıydı Galata köprüsü, yaşıyordu. Geçip gidenlerin yanı sıra alt katında birahaneler, lokantalar, çay bahçeleri ile herkesi buluşturuyordu. Gün batımında birlikte efkarlanıyor geceleri hep birlikte neşeli şarkılarını işitiyorduk. İstanbul gibi bir şehirde gezilip görülecek onca yer varken dubalar üstünde yüzen her tarafı paslı demir bir köprü altında yemek yemenin çekiciliğini anlamayanlar için açıklayayım; Galata köprüsü tüm canlılığı ile iki yakayı, insanları, boğazı, şehri ve hepsinden çok hayatları bir araya getirip görünür kılıyordu. Sabahları Kadıköy?den yükselen güneş ile köprünün erkencileri yani balık tutmak için gelenler ile başlayan gün, okulu kırmış öğrenciler ile hareketlenir, nargilecilerin yükselen fokurtuları ile güneş alçalırken akşam üstü Eyüp?e doğru gün batımında kahvesini yudumlayanlar ile devam eder, birlikte eşlik edilen şarkılarıyla birahane ve lokantaların hareketliliği gece yarılarına kadar sürerdi. Tüm bu hareketlilikten biz martılar da sebeplenirdik.

guler_ara_08Köprünün yanması ile sanki şehrin kalbi sustu, atmaz oldu. Önce Karaköy yakasında teknede balık satanlar çekti, gitti. Kimse fark etmedi ama o balıkçıların ayıkladıkları sayesinde karnını doyuran biz martılar için açlık ve sefalet günleri başladı. Köprünün lokanta ve çay bahçeleri kapanıp Sirkeci tarafında balık ekmek pişirip satan tekneler de gidince açlık kaçınılmaz oldu. İnsanların uzaklaşması ile yaşadığımız açlık trajediye dönüştü. İşte o dönem Karaköy’ün aç kedilerinin pençesine düşmekten veya açlık çekmektense her şeyden vazgeçip gemilerin peşine takılan, uzaklara gidenlerimiz çok oldu. Yaşlıydım, gücüm olsa belki ben de giderdim. Yaşayıp tanık olmakmış, kaderim.

Köprünün yokluğunda İstanbul büyümeyi kalabalıklaşmayı sürdürdü. Meğer açlık yüzünden doğduğu yeri bırakıp gemilerin peşinde giden martılar gibi insanlar da köylerini terk edip şehre geliyorlarmış. Yüksek sesle söylemeseler de gelenleri kucaklayıp buluşturan, üzerinde herkesi eşitleyen, görüştüren Galata köprüsünün yokluğu giderek daha çok hissedilir oldu. Balıkçılar ile başlayan çözülme köprünün esnafına yansıdı. Nargileciler Tophane tarafına giderken birahane ve lokantalar istiklal caddesine yöneldi. Çay bahçeleri boğaza yakın yerlere gidip şehrin içine dağıldı. Sessiz bir patlama gibiydi. Her şey birden bire oldu.

Çok zor günlerdi. İnsanları görüyorduk. Herkes acı çekiyor kimse konuşmuyordu. Öylece bekledik. Sonra köprü yeniden yapılacak dendi, heyecanlandık. Umutlandık. Ancak, yapılan köprü iki yakayı, insanlardan çok arabalar için birleştiriyordu. İki taraftaki meydan düzenlemeleri de araçların hızlıca akıp gitmesi, yayaların ise birbirinden uzaklaşması, mümkünse birbirini hiç görmeden geçip gitmesini sağlamak için yapılmış gibiydi. Cansız bir demir yığını olarak eskisine benzetseler de yapılan köprü,  insanların birbirini görüp fark ettiği o köprü değildi. Olamazdı. İnsanları yaklaştırmak yerine ayırmaya uzaklaştırmaya mümkünse hiç bir araya getirmemeye yönelik yapılmıştı. Öyle de oldu.

Eskiden yan yana balık tutan o farklı insanları göremez olduk.  Balık tutanlar bile ayrışmıştı. Köprünün balıkçıları ile boğazın balıkçıları aynı insanlar değildi. Boğazda balık tutarken demlenen, kafa çekenlerle bu yeni köprüde pek karşılaşmıyorduk. Başlarında gece gündüz zabıta bekliyordu. İnsanlar, hayatlar ve giderek şehrin ayrıştırılmış olmasına kimse ses çıkarmıyor, hatta bir araya gelmemeye özen gösteriyorlardı. Şatafatlı arabalarıyla köprünün kalabalığının içinden hızlıca geçip gidebilsinler, fark edilmesinler diye görece daha varlıklı kesim için köprünün üzerinde gidiş geliş üç şerit yol yapılmıştı.  Onların gözünde köprü, ne olduğu belirsiz insanları yüzünden tedirgin edici bir yer haline dönüşmüştü. Köprünün üzerinde yaya geçidi bile yoktu. Gerçi tüm bunlar olurken biz martılar için bir şeyler düzelmeye başlamıştı. Açlık çekmekten kurtulmuş olsak da köprü ile birlikte altımızdan giden şehrin yerine sanki başka bir şey gelmişti. Köprünün lokanta, birahane ve çay bahçeleri yine açıldı ama gidenlerden dönüp gelen olmadı. Üstelik köprünün işletmecileri şehrin yeni sakinlerindendi. Eskiyi tanımıyor bilmiyor, öğrenmek de istemiyordu. Geçenlerde garsonluk yapan birinin ?bu lanet olası köprüde mi geçecek ömrüm, gelen geçen gemilerden birinde iş bulup çekip gitsem uzaklara? dediğine ve sonra işinin başına döndüğüne de şahit oldum.

gmm2Dedim ya; Galata bölgesinin martıları olarak tüm bu yaşananların şahidiyiz. Eskiden geriye neredeyse hiç bir şey kalmadı. Biz hiç bir yere gitmedik ve her şeyi gördük. O eski Galata köprüsü yangını ile şehrin kalbinin nasıl susup dağıldığını, ölü bir beden gibi yavaş yavaş ayrışıp dağılan hayatlar ile birlikte koca şehrin cansız, renksiz başka bir şeye dönüştüğünü gördük. Üstelik tüm bu yaşananlara kimse sesini çıkarmadı, ardından ağlayan olduysa da biz görmedik, duymadık. İnsanları ile birlikte şehir değişse de denizin, mehtabın ve sayıları gün gün azalsa da boğazın balıklarının değişmediğine de şahitlik ederiz.

İstanbul’u çok sevdiğinden söz eden ama şehrin kalbi susarken ses çıkarmayıp izlemekle yetinen, kendi kaypak hayatlarında küçük hesaplar yapıp gözlerini kaçıran insanları da gördük. Onlar bu konuda konuşmayıp hiç bir şey yaşanmamış gibi unutmaya çalışsalar, hatta “ben ne yapabilirdim ki?” diye söylenip masum olduklarını düşünseler de biz Galata köprüsünün martılarıyız, buradaydık ve herşeyi gördük.  Onları affetmeyeceğiz. Köprünün ardından yalnızlaştıklarına, mutsuzluklarının arttığına da şahitlik ederiz.

Tüm bu yaşanandan sonra Galatanın martıları olarak şehrin insanlarına iki çift lafımız olacak; “Çok kolay teslim oldunuz. Ne kadar gizlenirseniz gizlenin. Sizi görüyoruz. Herkesi buluşturan, eşitleyip görüştüren o eski köprü olmayınca tanımadığınız insanlarla yakın düşmek, karşılaşmak zorunda kalmak belki farkında değilsiniz ama sizleri ürkütüyor, korkularınız yalnızlığınızı arttırıyor. Dünyanızı küçültüyorsunuz. Böyle giderse gün gelir biz martılardan bile korkarsınız. Ne kadar gizlenirseniz gizlenin, martılar sizi görüyor. Şu birbirinden ürken, korkan, sinik halinize, keşke siz de buradan, bizim olduğumuz yerden bakabilseniz…”

Mehmet Uhri

Not: Eski Galata köprüsü 16 Mayıs 1992′de bilinmeyen nedenle çıkan yangınla kullanılamaz hale gelmiştir. Yanan köprünün haliç tarafına yapılan yeni köprü ise Ocak 1995′te hizmete girmiştir.

Leave a Reply