Saray Sineması

saray-sinemasi11

.

İzmir Mezarlıkbaşı durağında yıkılıp iş merkezi yapılan Saray sinemasında tanımıştım onu.

Saray sözcüğünün simitçiler ile birlikte anılmadığı, sinemalara isim olarak verildiği yıllardı.

Gişede bilet kesip yer göstericilik yapıyor, film aralarında büfeyle ilgileniyor hatta makiniste yardım ettiği de oluyordu. Sinema tutkusu çocukluğunda başlamış, insanların filmlere kapılıp gittiği yıllarda kendini iyiden iyiye sinemaya kaptıranlardandı.

Ne zaman gitsek oradaydı.

Devir değişip sinemaların kapanmaya yüz tutmasına rağmen pes etmemiş, sinemasını bırakmamıştı. Bazı filmlerden sonra yaptığı derin analizlerle şaşırırdık.

Filmleri defalarca izlemenin verdiği ayrıcalıkla farkında olmadığımız sahne detaylarını gösterirdi. Yer gösterici veya sinema çalışanından öteydi bizler için. Film eleştirmenlerinin henüz yazıp çizmediği o yıllarda izlediğimiz filmlerin içinde kaybolmamayı biraz da onun yol göstericiliğine borçluyduk.


Bir film arasıydı. “Bu karanlık dört duvar arasında hayatını geçirmekten ne tat alıyorsun, sıkılmıyor musun? Dışarıdaki hayattan mı kaçıyorsun?” diye sorduğumda hafiften içerlemişti. Cevap vermeyip uzaklaşmış filmin sonunda sinemanın kapısında karşılaştığımızda eliyle dışarıyı gösterip “Çık bakalım dışarı. Çık da gör. Sinemanın hayal olduğunu zannedip dışarı çıktığında gerçek hayata döndüğünü sananlar gibi çık ve kandır kendini” dedi. Şaşırmıştım.

- Anlamadım. Sinema hayal ürünü değil mi?

- Anlamazsın elbet. Hayat dediğin de çokça hayalden ibaret. Ha yaşamışsın, ha sinemada seyretmişsin. Üstelik dışarıdaki hayatın yalan ve aldatmacalar ile dolu olduğunu iyi bilirim. Filmlerde yalan yoktur. Anlatacağını anlatır, artık gerisi ne anladığına kalmıştır. Onun için çıkmıyorum dışarıya. Burada mutluyum.

- İyi de insanların bu sinema düşkünlüğü nereden geliyor?

- Anlamıyor musun? Onlar kendi hayatları ile filmlerdeki hayatları kıyaslamak, kendilerine dair bir şeyler görmek için buradalar. Hoş zaman geçirmek filan aldatmacası. Herkes filmden çıkarken aynı şeyi seyrettiğini sanıyor, aslında kendi pencerelerinden görebildikleri kadarını görüp alıyorlar. Ama yine de para verip gelip film izlemeden de duramıyorlar.

- Neden yapıyorlar bunu?

Bir süre durup sinemanın ana kapısından dışarı baktı. Cadde vızır vızır araba kaynıyordu. Elini önce alnında sonra kırlaşmaya yüz tutmuş kısa saçlarında gezdirdi.

- Bir zamanlar orta çağı anlatan tarihi bir film izlemiştim. İnsanlar işledikleri günahlardan arınmak için kiliseye gidip günahlarını satar karşılığında bir belge alırlarmış. O belgenin de bir adı vardı ama şimdi unuttum.

- Endüljans mı?

- Hah, öyle bir şeydi. Bence şimdi aynı işi sinema yapıyor. İnsanlar para verip başkalarının hayatlarını, günahlarını, kendi aklından geçtiği halde dile getiremediklerini satın alıyorlar. O zamanlar kilise kazanıyordu şimdi ise sinemacılar kazanıyor. Ama insan aynı insan. Günahlar, düşünceler, duygular, kafa karışıklığı hep aynı.

- Peki sen neden hiç çıkmıyorsun sinemadan. Çok mu günahın var?

- Anlamadın değil mi? Ha film, ha hayat hepsi aynı. Her seans aynı görüntülerin döndüğü ve sürprizlerin hep ilk izleyişte yaşanılıp bittiği bir hayat, sinema. Sinemanın dışına sokağa çıkınca gözümüz kamaşıyor, ayırt etmesi zorlaşıyor ama hayat da bundan farklı değil. Dikkatli baktığında hep aynı filmin döndüğünü anlarsın. Burada huzurluyum. Film başlamadan ışıkların sönüp insanların kısa süren karanlığı sessizce paylaştığı o an var ya. İşte herkesin, tüm kibirli hayatların eşit oluverdiği o ana tutkunum ben. Filmler onu izlemeye gelen hayatlar gibi biteviye dönüp duruyor. Üstelik herkes bunun böyle olduğunun da farkında ama kimse kimseye gerçeği söylemiyor. Benim hayatım da bu sinema için yazılmış mütevazı bir film. Hoş, senaryoyu ben yazsam biraz daha renkli kılardım kendi hayatımı, en azından bu kadar yalnız bırakmazdım kahramanımı. Film iyi olsa bile bazen benimkinden olduğu gibi senaryo eksik veya kötü olabiliyor. Dahası kötü yazılmış senaryolardan iyi film çıktığına da şahit oldum. Sanırım sabredip sonunu görmek gerekiyor.


Derinden bir iç çekti, diğer seans başlamak üzereydi. “Her neyse bugünlük bu kadar nasihat yeter. Hadi git artık” diyerek kapıyı gösterdi.

Daha sonraki sinema ziyaretlerimizde de hep oradaydı. Onu tanıyanlardan aldığımız bilgiye göre yıllar önce sinemanın girişindeki çerezcinin kızına tutkun olduğunu, birkaç kere konuşmayı, kıza açılmayı denediğini ancak yapamadığını, kızın başkası ile evlendirilip gitmesi ile iyice içine kapandığını öğrendik.

indir

Zamanla devir değişti. Sinemaların alışveriş merkezlerine taşınması yılların Saray sinemasını da vurdu. Müşteri azalınca önce çerezci kapandı bir süre daha direnme uğruna günde 4 hatta 5 farklı film göstermeye başladılar yine olmayınca seks filmleri gösterilmeye başlandı. Hiç bir şey döndüremedi sinemanın makus talihini.

Ancak o yine oradaydı.

Sinema kapılarını kapatana kadar ayrılmadı, en son binanın yıkılıp alışveriş merkezi olacağı haberini duyduk. Birkaç hafta sonra ise nasıl başladığı bu gün dahi aydınlatılamamış bir yangınla yılların Saray sineması kül oldu.

Yangın sırasında kapısında ağlarken çekilmiş bir gazete fotoğrafında gördüm onu. Üzerinde ıslak battaniye eli yüzü is içindeydi. O günden sonra bir daha gören olmadı bizim emektar sinema tutkununu. Tedavülden kalkmış siyah beyaz eski filmler gibi ortadan kayboluvermişti.

Ancak zaman onu haklı çıkardı.

İnsan yine aynı insandı ve alışveriş merkezlerine tıkılsa da sinema eski günlerine dönüp yoluna devam ediyordu.

İnsanlar ise yine biletin bedelini ödeyip aynı filmi izleseler de başkalarının rüya ve hayallerinden kendi hayatlarına bakmayı bir ayin yapar gibi sürdürmeye devam ediyordu…

.

Mehmet Uhri

Leave a Reply