Fener Gibi

dsc00049

O ihtiyar adam ve afacan torunuyla Şile deniz fenerinin yakınlarında karşılaşmıştık. Farklı açılardan fenerin ve çevresinin fotoğraflarını çekmeye çabalarken koşturup oynayan torunun peşine takılan irice sokak köpekleri kısa süreli tedirginliğe neden olmuştu. Afacanın kolundan çekip köpekleri uzaklaştırana kadar az ötede bankta oturmakta olan dedesi yetişmişti. Köpekler uzaklaşmasalar da sakinleyip kenara yöneldiler. Torun şaşkın ve korkmuş halde dedesine sarıldı.

- Ama ben onlara bir şey yapmamıştım ki; neden kızdılar, kovaladılar?

- Kızmadılar. Onlar da oyuna katılmak istediler ve seninle koşturmaya çalıştılar, hani oynarken bazen çığlık atarsın ya onlar da havladılar, o kadar.

Torun gözünde beliren iki damla yaşı silip cevap vermedi. Dede yardımcı olduğum için teşekkür etti. Birlikte banka oturduk. Afacanın ise oturmaya niyeti yoktu. Az ileride hayali çizgiler üzerinde sek sek oynarken gözünü köpeklerden ayırmıyordu. Dedesinin fotoğraf makinemden rahatsız olduğunu makineyi çantama yerleştirince yüz ifadesinin rahatlamasından anladım. Nereden geldiğimi buralarda ne aradığımı sorunca deniz fenerinin fotoğraflarını çekmek ve sonbahar havası almak için geldiğimi söyledim. Sonra aynı soruyu ben yönelttim. Orada yaşıyorlardı. Emekli ilköğretim öğretmeni olduğunu havanın uygun olduğu zamanlarda torunu da alıp fener çevresinde gezindiklerini anlattı. Gözünü torunundan ayırmadan öğretmen edasıyla ağır ağır fenerin tarihini boyutlarını ve konumunu anlattı. Sert esen Poyrazın kabarttığı Karadeniz’i eliyle işaret edip ?özellikle böyle sert havalarda açıkta, denizin ortasında olanlar için ışığıyla karaya yakın olduğunu hissettirip hep umut vermiştir? dedi. Sonra tepenin üstünde yıllar boyu tek başına ışıyıp duran fenerin çevresindeki yapılaşma yüzünden karadan görünmez hale geldiğinden yakındı.

dsc00056

- Olsun. Denizden görünmesi yeterli değil mi? Ne de olsa deniz feneri.

- Herkes öyle düşünüyor ama fenerini yitirince karadakilerin rotayı şaşırmayacağından emin miyiz?

- Anlamadım?

- Karadan bakınca feneri göremezsen Şile?nin her hangi bir sahil kasabasından ne farkı kalır? Meslek hayatımda öğrencilerimle her yıl buraya bir iki kez gelirdik. Onlardan fenere bakıp resmini çizmelerini isterdim. Resim yapmayı sevenler ses çıkarmadan yapsalar da çoğu sıkılır yapmamak için bahane yaratırlardı. Derdim yapacakları resim değildi. Onların fenere bakmalarını, iyi bakmalarını, unutmamalarını isterdim. Bilirsin deniz fenerleri hep aynı yerde ve aynı formda neredeyse hiç değişmeden duran ışık kuleleridir. Öylece durur ve çevresine ışık yayarlar. Karadakilere ışığının pek faydası olmasa da denizdekilere ışığını ulaştırıp, yol gösterirler.

- Tamam işte, karadakilere pek faydası yoksa karadan görünmese de olur.

- Öyle bakar, her şeyi faydası olup olmadığına göre değerlendirirsen kendini haklı görürsün. Eskilerde gemiciler kutup yıldızına bakıp yollarını bulurmuş. Hep olduğu yerde değişmeden durduğu için ?Demirkazık? adını vermişler. O da gökyüzünde fener görevi görürmüş. Artık faydası kalmadığı için yıldızı yok mu sayalım, görmezden mi gelelim?

Bir süre susup torununa baktı. Eliyle Şile şehir merkezini gösterdi.

- Hayat o kadar kısa ve her şey o kadar hızlı dönüşüp değişiyor ki doğup büyüdüğüm İstanbulu tanımakta güçlük çekiyorum. Kaçıp gidemesem de burada yakınlarda durup onca değişen arasında değişmeden kalabilen şu fener ve dalgalarını izlerken dünyayı unuttuğum Karadenize tutunuyorum.

- Modernleşme, ilerleme veya gelişme dedikleri tüm dünyada oluyor. Hayat kolaylaşıyor. Fena mı?

- Hayatın kolaylaşmasını anlarım da insan niye kolaylaşıyor? Günden güne cıvıyıp şekil değiştirmeden neden kalamıyor? Gelişim ilerleme dedikleri öyle bir fırtına ki insanları oradan oraya, o fikirden bu fikre savuruyor. Değişip dönüşmeden duran ne varsa önüne katıp götürüyor.

Eliyle Karadeniz?i işaret edip ısrarla açıklara, uzaklardaki köpük köpük azgın dalgalara bakmamı istedi. Dalgalar arasında açıklarda nokta kadar görünen gemiyi göstermeye çabalıyordu.

- Her şeye karşın kendi yolunda gitmeye çabalayan o gemi gibi olmak isteyenlerin direnip tutunmaya çabalayanların işi çok zor. Karada bile olsan fırtınanın ortasında hissedersin kendini. Üstelik hiç bitmeyecekmiş gibi süren ve günden güne gücünü arttıran bir fırtına. Hal böyle olunca sele kapılmış gibi ezilip büzülen cıvıyıp sürüklenenler için bir şeylerin değişmeden kalabildiğini işaret eden, yol gösteren böyle dimdik duran fener gibi bir şeye gereksinimi olur, insanların. Onun için öğrencilerimi buraya getirip 150 yıldır dünya oradan oraya savrulsa da değişmeden kalan çevresini aydınlatıp yol gösteren bu feneri unutmasınlar, günü geldiğinde hayatlarında da öyle bir fener arasınlar istiyordum. Emekli olduğumdan beri buralarda ne yazık ki öğrenci grubu pek görmedim. Benim gibilere fosil gözüyle bakmaları da bundan sanırım.

dsc00105

Torun yanımıza gelip dedenin yanındaki torbayı karıştırdı. İçinden çıkardığı kuru ekmek parçalarını parmaklıkların kenarına gidip martılara atmaya başladı. Havadaki ekmek parçalarını ustalıkla kapmalarından martıların buna alışkın olduğu anlaşılıyordu. Beraberce kalkıp torunun yanına gittik. Bir süre sahili döven ve hatta genişçe bir mağara oluşturan köpük köpük dalgalara, kanatlarını açıp kendini rüzgara taşıttıran martılara baktık. Yaklaşıp ?Öğrencileriniz için nasıl bir hayat, nasıl bir dünya düşlemiştiniz?? diye sordum. Gülümsedi. Eliyle dalgaların dövdüğü sahili gösterdi.

- Her şey “birilerinin” istediği gibi değil, olması gerektiği gibi olsun isterdim. Hayat biraz bu denize benzer. Döver, hırpalar insanı ama insan da bu sahil gibi olduğu yerde durmalı ve direnmeli. Dalgaların aşındırmasıyla şekli değişse, benim gibi buruşup yıpransa da öğrencilerimin toplum içinde bir deniz feneri gibi öylece durabilmelerini, çevrelerini aydınlatıp yol gösterebilmelerini isterdim. Başkaları şekilden şekle girip ?şartlara uyum gösterme? maskaralığını överken, toplumun kafasını karıştırıp, umutlarını ellerinden alırken; duruşlarıyla, ışığıyla öylece kalabilsinler, birileri için umut olsunlar isterdim. Torunumu buraya getirmedeki amacım da hayatında ne karada ne de denizde fener görmemiş insanlardan farklı olsun, seçimini yapabilsin diye.

Sevgi dolu gözlerle torununa baktı. Güneşin buluta girmesiyle sonbaharın serinliği daha fazla hissedilince torununun önünü ilikleyip yakalarını kaldırdı, ?aman üşütmeyeyim, sonra annesine hesap vermek zorunda kalırım? diyerek izin istedi.  Rüzgarı arkalarına alıp ağır adımlarla uzaklaştılar. Afacanın neşesi yerindeydi. Köpeklerin yanından geçerken gözlerini onlardan ayırmadan dedesinin elini tutup sakin adımlarla yürümeye devam etti. Sonra elini bırakıp yola doğru koşturunca dedesi de peşinden hareketlenip yola fırlamasını engellemeye çalıştı. Fotoğraflarını çekmek için hazırlanıyordum ki bizimki geri dönüp sokağın başından bana baktı. İşaret parmağını iki yana sallayıp fotoğrafının çekilmesini istemediğini anlatmaya çabaladı. Makineyi çantama koyduğumu görünce elini göğsüne götürüp teşekkür etti ve torununun elini bırakmadan yoluna devam etti.

Mehmet Uhri

Not1: Bu anlatı; İzmir Maarif koleji ( Bornova Anadolu Lisesi ) kurucu ve emektar matematik öğretmeni babam merhum İHSAN UHRİ  ve mesleğinin hakkını veren tüm öğretmenlerin anısına ithaf olunmuştur.

Not2: Bu anlatı ile ilgili yaklaşık 30 saniyelik iki video kaydına ulaşmak için  Şile Feneri ve Şile Sahili ‘ne tıklayabilirsiniz.

Leave a Reply