Eğik Çınar

fotograf0128

?Ben hep buralardayım. Yine gel beklerim? diyerek uğurladı, ayakkabı boyacısı. İzmir Konak katlı otoparkının önünde Talatpaşa Alsancak taksi dolmuşu kuyruğunda beklemeyi fırsat bilip ayakkabılarımı boyatmıştım. Sonbaharın giderek kısalan günlerindeydik. Nemli bunaltıcı yaz akşamları yerini hafif esintili serin havalara bırakmıştı. Yolun karşısındaki çınar ağacının dökülen yaprakları ortalığa saçılmıştı.  Ayakkabımı uzattığımda boyacıdan bir azar işitmediğim kaldı. Ayakkabımı boyasız bırakmış, eskitip derisini kurutmuşum, ne kadar boya kullanırsa kullansın aralıklı bir kaç kez boyanmadan düzelmeyeceğini söyleyip işe koyuldu. Fırçasıyla yerdeki kuru çınar yaprağını gösterdi.  

-      Ayakkabının derisi bu çınar yaprağı gibi kurumuş. Kolay değil canlanması. Boyar parlatır yine güzel gösteririz ama deri bir kez kurudu mu gençliğini esnekliğini yitiriyor. Ondan sonra bunak ihtiyarlar gibi suratını asıp oturuyor, anlayana.

-      Peki ne yapmalıyım?

-      Ayakkabını bu kadar hor kullanmamalısın. Her gün aynı ayakkabıyı giyer, dinlenmesine hava almasına fırsat vermezsen çabuk eskitir, yaşlandırırsın. Biraz garaj arabası gibi olmalı ayakkabı dediğin. Ticari arabalar gibi çabuk eskimemeli. Yoksa böyle derisi kuruyup nenemin suratına benzer. Yenisini almak zorunda kalırsın.

-      Öyle oluyor genellikle, ne var bunda?

-      Yaş ilerleyince daha iyi anlarsın. ?Keşke kendime de bu kadar hoyrat davranmasaydım. Kalıbı dinlendirmeyi ihmal etmeseydim? dersin.

Bu arada ayakkabımın sağ tekini kurumaya alıp sol tekine girişmişti. Gelen Talatpaşa dolmuşu yolcularını alıp hareket etmiş kuyruk biraz da olsa ilerlemişti. Ayakkabı boyacısı aynı zamanda dolmuş durağında değnekçilik de yaptığını, yıllardır buralarda çalıştığından söz etti. Biraz üsteleyince kan davası yüzünden yıllar önce köyünü terk edip İzmir’e geldiğini, orada burada sürterken kendini boyacı tezgahının başında bulduğunu durakta boyacılık, değnekçilik yaparak geçindiğini anlattı.

-      Meslek edinemedim, köyde tarlada çalışırdım. İş bulamayınca boyacı sandığına sarıldım. Arkadaşlar da destek oldu, ayrılamadım. Şehir işte, yalnız yaşanmıyor ki?

-      Başka iş aramadın mı?

-      Ne bileyim. Baktım boğazım doyuyor, aç açık değilim. Elime bakan eden de yok. İnsanın  kan davası olunca korkup çoluk çocuğa da karışamıyor. Yetindim işte.

Ayakkabının kuruyan sağ tekine cila sürerken eliyle arkamdaki eğik çınar ağacını gösterdi.

-      Biraz bu eğik çınar ağacına benzetirim kendimi. Boynum bükük ama yine de dimdik ayaktayım. Buradayım.

-      Neden eğik bu ağaç? Araba mı çarptı?

-      Bu çınarın öyküsünü esnaf iyi bilir. SSK blokları ve katlı otopark yapılınca İzmirliler ortalık beton oldu diye çok söylendi, belediye de kaldırımdaki boşlukları çiçeklendirip güzel göstermeye çalıştı. Ancak onca yayanın yürüdüğü yerde çiçek yaşatmak kolay mı? Yayalar çiçekleri ezmesin diye taksi durağının emektarlarından rahmetli Osman efendi çiçekliğin kenarlarına ağaç dalları dikti. Diktiği dalların çevresini de iple çevirip yayaların çiçeklere zarar vermesine engel olmaya çalıştı. İyi bakardı buranın çiçeklerine, suyunu verir korurdu onları Osman efendi. Allah rahmet eylesin.

-      Peki sonra bu çınar nereden çıktı?

-      İşte o günlerden geriye ne çiçekler ne de çiçeklik kaldı ama Osman efendinin çiçekleri korumak için diktiği dallardan biri işte bu gördüğün eğik çınar ağacı olarak yaşıyor. Çiçekleri koruyacağım diye yayaların eziyetine direnirken yola doğru eğik büyümüş ne yapsın garibim?

Ayakkabının sağ tekinin boyası bitip sol tekinin cilasını parlatırken bir ara kafasını kaldırdı.

-      Sanki beni de bu ağaç gibi tesadüfen getirip buraya bırakmışlar. Olacak iş değil ya tutmuş kalıvermişim. Boynum bükük de olsa birilerine gölge etmeden kendi başıma ayakta durabilmişim çok mu? Ayrılıp nereye gideyim, olacak iş değil. Dedim ya kök salmışım, gidemiyorum. Beni burada yeşertenlerin çoğu geçti gitti. Gün gelir biz de gideriz. Ama bu çınar her şeyi gördü, biliyor. Eh, bu da bana yetiyor.

Ayakkabılarımı kadife bez ile silip parlatıp işin tamamlandığını anlatacak biçimde altına vurdu. Gelen Talatpaşa dolmuşlarını gösterip ?boyayı zamanında bitirdik, git hadi yolun açık olsun? dedi. Dolmuş dönüş manevrası yaparken yerdeki çınar yaprakları uçuştu. Dolmuşa binerken el sallayıp ?Yine gel beklerim. Ben hep buradayım.? diye seslendi. Bizimki sırada bekleyenlerden müşteri bulma umuduyla fırçasını boyacı sandığına vurdu.

Dolmuş konak meydanının akşam kalabalığında yolcusunu alıp yola çıktı. Geriye dönüp baktığımda meydanın kalabalığı boyacıyı görmeme engel olsa da o eğik çınar dökülen yapraklarına rağmen olanca görkemi ile kalabalığa aldırış etmeden giden günü selamlıyor gibiydi.      

3 Responses to “Eğik Çınar”

  1. Sezer Pinçe diyor ki:

    Yine içimizi ısıttınız sağolun, elinize, aklınıza sağlık.

  2. melda diyor ki:

    ilk işim çınarı aramak olacak, gene harika bir öykü :)

  3. Bukan diyor ki:

    Mehmet Izmirden uzaksin diye hasret cekiyorsun.Ama sen en azindan Turkiyedesin ya biz ne yapalim..

Leave a Reply