Doktorlar İlk Kez Yenildi

dy2-2Bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi. Doktorlar mesleki bağımsızlıklarını yitirip büyük oranda yenilgiyi kabullendi ve teslim oldu. Sağlığı piyasaya emanet etmenin insanlık dışı uygulamalara yol açacağını haykırıp, onca direniş ve ortak eyleme karşın ülkenin sağlık sisteminin piyasalaşmasına, piyasa kurallarının mesleklerini ve ülkeyi teslim almasına engel olamadılar. İtibarlı meslek sahibi olup hayata bir adım önde başlayabilmek için ülkenin kapasiteli çalışkan insanlarının özellikle tercih ettiği tıp doktorluğu eski debdebeli günlerini arar hale geldi. Hayata bir adım önde başlama hissi ise yerini giderek hastasından şiddet görme korkusuna ve yenilmişlik hissine bıraktı.

Kalkınmanın ideolojik baskıya dönüştüğü, tüketim, verimlilik, kalite ve hız üzerine kurulu yenidünya düzeninde insanın yine insan olarak kalabilmesi için ayak direyen, mesleki bağımsızlıklarını yitirmemek için eylem yapıp sokaklara dökülen hekimler kendilerini yenilmiş hissediyor. Yenilmişliğin getirdiği teslimiyet içinde birlikte hareket etmek yerine hastalarının sırtından kazanacağı parayı arttırmak için meslektaşlarıyla rekabete girmekten çekinmemeye, hastasının elini tutmamaya, gözünün içine bakmamaya başladı. Bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi. Ülkenin tümden yenildiği, işgal edildiği dönemde bile mesleki bağımsızlık yitirilmediği için böylesine yenilgi yaşanmamıştı. 13 kasım 1918? de İstanbul?un işgalinden birkaç ay sonra 3 Şubat 1919?da İngiliz birlikleri, karargah yapmak üzere Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane?ye el koydu. Dahası dersler dışında üç öğrencinin bile bir araya gelmesi yasaklandı. Öğrenciler, okullarını kurtarmak ve eğitimlerine devam edebilmek için çare aradılar. Üçüncü sınıf öğrencilerinden Kazım İsmail, Sırrı, Müfit, Yusuf ve Hikmet Boran bir araya gelerek, İngiliz işgaline karşı protesto toplantısı düzenlemeyi kararlaştırdılar. Maksatları işgal kuvvetlerine karşı ayaklanmaktı. II. Mahmut zamanında Tıphane-i Amire ve Cerrahhane adı altında 14 Mart 1827 de eğitime başlayan Tıbbiyenin, o güne kadar hiç yapılmayan 92. yılını kutlama toplantısı düzenleyeceklerini bildirdiler. Okulun iki kulesi arasına Türk bayrağı asarak, öğrencileri büyük salonda toplantıya çağırdılar. İşgal kuvvetleri, olaya müdahale etse de engel olamadı. Tüm tıbbiyeliler 14 Mart 1919  günü büyük salonda toplandı. İlk tıp bayramı 14 Mart 1919?da, işgal altındaki İstanbul?da, tıp öğrencileri tarafından kutlandı. Tepkilerini dile getirmeye çalışan öğrencilerin bu törenine Dr. Fevzi Paşa, Dr. Besim Ömer Paşa, Dr. Akil Muhtar (Özden) gibi dönemin ünlü hocaları da katıldı. Büyük coşku ile, hem Tıphane-i Amire?nin açılışı anıldı hem de işgal protesto edildi.  İngiliz bahriyelileri toplantıyı şiddet kullanarak dağıttı, birçok öğrenciyi tutukladı. O günden beri 14 Mart?lar ülkemizde ?Tıp Bayramı? olarak kutlanmaktadır. Ülkenin teslim olup işgal edilmesine direnen tıbbiyelilerin devamı olan hekimler o gün bile yaşamadıkları yenilmişlik hissini bugün yaşıyor.

Dünya değişiyor, değerler, kavramlar, davranış kalıpları yeniden tanımlanıyor, yeni bir dünya kuruluyor hatta tüm bunlar evrimsel bir sürecin parçası bile olabilir ancak doktorlar insanın beden olarak değişmediğini, mesleki bağımsızlığın piyasa kurallarına terk edilmesi ile sağlık hakkının insanların elinden alınmakta olduğunu haykırsalar da seslerini duyuramadılar. Bu yenilmişlik duygusuyla hastaneden çok ticarethaneyi andıran yabancılaşmış ortam içinde hekimler, hastasının sırtından sisteme para kazandırmaya, ürettiği hizmetten nemalanmaya ve ayakta durmaya çalışıyor.

Bu ülkenin doktorları ilk kez yenildi. Onca direniş ve eyleme karşın mesleki bağımsızlıklarını yitirip piyasa oyuncusuna dönüşmek zorunda kalan hekimler ileride toplumun aleyhine sonuçlanabilecek süreçlere karşı durup ses çıkarabilme yetilerini de büyük oranda yitirdi. Ülkenin aydın ve nitelikli beyinleri teslim alındı. Gerçek yenilgi ve bir anlamda işgal böyle başladı. Ülke kaynaklarına küresel sermayenin göz diktiği, doğal kaynakların yağmalanıp derelerin, yağmurun rüzgarın bile alınıp satıldığı, direnen insanların gereksiz maliyet unsuru olarak görülüp göçe zorlandığı, baskı altına alındığı yeni bir ülkeye yelken açıldı.  Aralarında tek tük direnen olsa da hekimler kendilerini yenilmiş hissediyor. Genç hekimlerin hayata önde başlama beklentileri de kalmadı. Eskisi kadar itibarlı olmasa da işverenine kazandırdığı paradan kazancını çıkaran mesleği olmasını yeterli bulup kendine çalışıyor ülkenin nitelikli ve çalışkan beyinleri. Sağlık sistemindeki riyakarlığı görüp hastasını iyileştirecek doktor bulamayan hasta yakınlarının hekimlere yönelik şiddete başvurması da boşuna değil.

Kolay değil, bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi. Şimdi küresel yenidünya düzenini kutsayanların, zafer şarkıları söyleyip hekimleri çağ dışı, eklektik kalma ile suçlayanların sesi daha gür çıkıyor. Kalkınmanın ideolojik baskıya dönüştüğü bu yeni düzende tüketim, verimlilik, kalite ekseninde hayat daha hızlı akıyor görünse de doktorlar insan kalbinin binlerce senedir aynı hızda atmakta olduğunun farkında. Ancak görünen o ki, onların sesi bundan sonra daha az duyulacak. Çünkü doktorlar mesleki bağımsızlıklarını yetirip yenildi ve teslim oldu. Kazananlar ise; gerçek kaybedenin kim veya ne olduğunu, gidilen yolun gelecek nesilleri de ipotek altına alacak biçimde insanı ve çevresini tüketip içindeki insani özü ve değerleri yok etmekte olduğunu gün gelip anlayacaklar. Bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi.

Mehmet Uhri ( Dr. )

7 Responses to “Doktorlar İlk Kez Yenildi”

  1. Ümit ÇETİNAY diyor ki:

    Sevgili Mehmet…..
    Ulusal duyguların, vicdani yaklaşımların her türlü yeminin hiçe sayıldığı bir dönem yaşamaktayız. Tarihsel anlatımında bile o günleri yaşıyormuşçasına etkilendiğimiz halde İnsani değerleri kaybetmiş bir toplum
    olmanın etkisiyle ilgisiz kalınıyor…
    Evet nasıl böyle bir toplum olduk?…..
    Tüm değer yargılarımız değişti saygı sevgi hoşgörü yok oldu. Sözde Müslüman bir milletiz. Nerede bu kavramlar….
    Büyük kurtarıcının ” Düşmanın dışarıda değil içeride” olduğunu anımsatmasının önemsememenin sıkıntısı….

    Haklı davanızda sizi desteklemekten onur duyarım…Umarım bu dönem geçicidir İnsanlar gerçek duygularına tekrar kavuşur ve yaşanır hale gelir düünyamız….
    Selamlar…..

  2. yüce ayhan diyor ki:

    Mehmet, durumu çok iyi anlatmışsın, eline sağlık.

  3. fiyasko diyor ki:

    Okurken gözyaşlarımı tutamadım.. Bu ülkede geçekten hekim olmak için tıp fakültesine girdik, fakat daha ilk senemizde kendimize yazık ettiğimizi anladık..Meğersem ticari amaçlarla tıp fakültelerine giren, az kitap az notla sınıf geçen arkadaşlarımız haklıymış, onlara meslektaşım diyemiyorum.. Evet onlar haklıymış, sistem adamı olamayan bizler de bu ülkeden gitmenin yollarını arayanlar arasına katıldık, çünkü zihniyetimizi değiştiremiyoruz, olanları değiştiremiyoruz.. Hocalarımız bile sessiz sedasız olanları izliyor.. yalnız anlayamadığım ülkede bu işi yapacak insanları 10 sene 15 sene okutmanın anlamı nedir, 1-2 sene de yeter ki bu tip insanları yetiştirmek için..
    Ne hasta olmak, ne de hastanelere düşmemek dileğiyle…

  4. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sayın “fiyasko” karamsar olmak için çok neden olsa da bunların aşılacağına olan inancımı yitirmedim. Ancak sağlık çalışanları geneline yansıyan ruh halini göstermek ve bir anlamda insanların aynaya bakmalarını sağlamak gerektiğini düşünerek bu yazıyı kaleme aldım. Doktorların yenilmiş olmasındansa insan ve insanlık değerlerinin saldırıya uğramasını daha çok önemserim. Aynaya bakıp bir yerlerden başlamak gerektiğini düşünenlerin sayısı arttıkça iklim değişecektir. Ben buna yürekten inanıyorum.
    muhri

  5. M. Erdal Güzeldemir diyor ki:

    Sayın Uhri,
    Akıcı ve ilgi çekici üslubunuzla oluşturduğunuz yazılarınızı okuyorum. Sizi içtenlikle kutlarım.
    Bu kez yazınızın ilgi çekiciliğini hekimlik mesleği ile ilgili günümüz gerçeğini yalın olarak vermeyi hedeflemesinden kaynaklandığına yordum.
    Günümüzde hekimler ile ilgili konu açıldığında, akla ilk gelenler; hekimin kazancı, kazanması gereken para miktarı oluyor. Konuya hakların alınması, alınmaması ile devam edilip, ilgili tartışma uzayıp gidiyor.
    Bu çerçevede yapacağım kişisel durum değerlendirmesine başlamadan önce, “insanı, insanlık değerlerini her türlü kişisel ya da toplumsal kaygının üzerinde tutarak” içten, büyük özveriyle mesleklerini icra eden hekim meslektaşlarımı bu tartışmanın dışında tutup, önlerinde saygı ile eğildiğimi özellikle belitmek istiyorum.
    Hekimler ile ilgili tartışma konusunun temelinde toplumumuzun hekimlik mesleğini değil, hekimi birey olarak öne çıkaran yaklaşımının rol oynadığı gibi bir düşünceye sahibim. Toplumumuzda genel olarak ortak kanı, hekimin çok para kazanan kişi olması gerektiği idi. Bu kanının sahipleri kapsamına “beyaz gömlekli tanrılar” özgüveniyle hekimlerin de birey olarak katılmaya başlaması ve “daha çok”, “daha da çok” kısır döngüsünün kamçılamasıyla; meslek etiğinin, hatta, insani hasletlerin dahi gözden çıkarılabildiği günler yaşanmıştır. Sözü edildiği üzere, bireyselleşmenin, merkeze kendini koymanın sonucunda meslek onuru, meslektaş dayanışması kalmamış ve en büyük özelliği “insanı, insana olan saygıyı öne çıkarmak” olan hekimliğin saygınlık temelinden uzaklaşılması gerçeği ile yüz yüze kalınmıştır.
    Bu durum sadece günümüze has değildir. Zamanında muayenehanelerinden kopamadıkları için boğazı geçip Haydarpaşa’daki tıbbiyeye gelmeyen hocalar, dönemimizde haftada bir kez fakülteye uğrayan, ya da sabah 11:30 da fakülteye gelip, öğle yemeğini yedikten sonra 13:00 de muayenehanesine veya anlaşmalı çalıştığı özel hastaneye giden hocalarımızın yaklaşımıyla ne kadar benzeşiyor, değil mi? Arada 100 yıl gibi bir fark olsa da.
    Hemşiresini ücreti mukabilinde tedavi için muayenehanesine çağıran, özel çalışmasında kendisine hasta göndermeyen meslektaşının eşini ameliyat masasından kaldırıp tedaviyi bir başka güne erteleyen meslektaşları da gördük. Muayenehanesine gitmeden kamu hastanelerinde (hepsi dahil) kliniklere yatırılmama konusu ise olağan idi.
    Bir ara televizyon kameramanları tarafından tesbit edilen, hastanelere kabul edilmediği için, hastane hastane dolaşırken, yollarda ölen yaralı vd hastaların görüntüleri, günlük olağan haberler arasında sergilenir olmuştu.
    Örnek verilecek o kadar çok olay var ki! Aslında hiç bir örnek vermeden, sadece herkes kendi başına geleni hatırlasa (hekimler dahil) yeter, değil mi?
    Kamu vicdanında saygınlık gücünü, yüksek kredisini böylesine hovardaca harcayarak yitirip, değişik yaklaşımlarla karanlık emelleri için fırsat kollayanlara bu zemini hazırlayan hekimler olarak, bir yerlerden yeniden, sıfırdan başlayarak ve evet, sizin son cümlenize atıfta bulunarak, öncelikle “insan ve insanlık değerlerini” özümseyerek, başlamak zorunluğu bulunmaktadır, diye düşünüyorum.
    Ve bütün kalbimle, hala, geç kalınmamış olduğuna inanıyorum.
    Saygılarımla

  6. Dr. Gökhan AYDIN diyor ki:

    ”Sağlık sistemindeki riyakarlığı görüp hastasını iyileştirecek doktor bulamayan hasta yakınlarının hekimlere yönelik şiddete başvurması da boşuna değil.”
    Hekime yönelik şiddeti bir parçada olsa haklı göstermeye çalışan yaklaşımı kınıyorum.
    Şiddet her kime yönelirse yönelsin , savunulacak yada haklı bulunacak bir davranış tarzı değildir. Şiddete başvuranların ilkelliğini gösterir bana göre.

  7. Mehmet Uhri diyor ki:

    Sayın Aydın
    Serzenişinizi ve bu konudaki tepkinizi anlıyorum sevgili meslektaşım. Konu şiddet olunca sizinle aynı fikirde olduğumu bilmenizi isterim.
    Ancak kabul etmesi zor olsa da yazdıklarım gerçeğin ta kendisi. Ne yazık ki sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlar bu konuda kendilerini haklı görüyor ve toplum da yaşananları bir tür “zıvanadan çıkma” olarak düşünüp şiddet mağduru hekim yerine hastadan yana empati kuruyor. Hastayı her şartta mağdur görme eğilimi ağır basıyor. Bu durum hekimlerin umutsuzluk, yanlızlık ve yenilmişlik hissini daha da arttırıyor.
    Saygılarımla

Leave a Reply