Diğerinin Yerine

img_1453

Ani bir kararla emekliliğini istemiş köşesine çekilmişti. Çalıştığı bilim alanında uluslararası tanınırlığı olan saygın bir akademisyen ve bilim adamıydı.

Üniversite ve bilim camiası bu karara direnmiş, kararından geri döndürülmeye çalışılsa da ikna edilememişti. Arkadaşlığımız lise yıllarına uzanıyordu.

O hep biraz farklıydı.

Kimseyle kendini yarıştırma derdinde olmayan suskun sessiz ve bilge görüntüsü nedeniyle lise yıllarında lakabı “profesördü”. Gerçekten de kendini bilime vermiş ve o yolda ilerlemişti.

Emekliliğini istediğini duyunca herkes gibi daha iyi şartlar sunan bir özel üniversite ile anlaşmış olduğunu düşünmüştüm. O ise evine çekilmiş kendini dünyaya kapatıp tam bir emeklilik hayatına gömülmüştü. Birkaç kez arayıp nasıl zaman geçirdiğini sorunca okumak için beklettiği kitapların yeterince zamanını aldığını söylemişti. Bir görüşmemizde sağlık sorunlarından söz edince muayene ve tahliller için hastaneye çağırmış, biraz da eşinin ısrarıyla kabul etmişti.

Muayene ve kan tahlilleri ile başlayan incelemeler görüntüleme ünitesinde sürüyor yanından ayrılmıyordum. Beklerken emeklilik kararının sağlık sorunları ile ilgisi olup olmadığını sordum. Kafasını hayır anlamında salladı. O zaman nasıl bu kadar kolay vazgeçebildiğini sordum. Bu konuda konuşmak istemediğini söyledi.

Tahlil sonuçlarını beklemek için odama davet ettim. Koridorda bekleyen diğer hastaları gösterip aralarında bekleyebileceğini söyledi. Bizimkinin inadını bildiğim için kahve içmek istediğimi, eşlik ederse memnun olacağımı söyleyerek odama gelmesi için ikna ettim. Kahvelerimizi yudumlarken bir ara kafasını kaldırıp yüzüme baktı.

- Az önce neden emekli olduğumu sormuştun. Bu işi bana sevdiren rahmetli hocam “bilim yapacaksan önce insan olmayı öğreneceksin. İnsan olmak her şeyden önce diğerinin yerine gam tutmaktır. Bu sözümü sakın unutma” Demişti. Ben de öyle yapmaya çalıştım. Yapamadığımı anladığımda emekliliğimi istedim.

- Doğrusunu söylemek gerekirse anlattığından hiç bir şey anlamadım.

- O da ayrı çile. Kimse anlamadı. Şartlara uyum göstermeye çabalamak yüzünden kendimden uzaklaştığımı görüp korktum. Beni bilirsin ne dünya dertleriyle, ne de gündelik konular ve siyasetle hiç işim olmadı. Çalıştığım bilim alanında yeni bir şeyler öğrenmeyi, öğretmeyi, araştırmalar yapmayı seçtim. Dışarıdan sıkıcı görünse de benim gibi “sakil” birine iyi geliyordu.

- İyi de ne değişti?

- Üniversite değişti, insanlar değişti. Neredeyse ülke değişti. Herkes bir şekilde uyum gösterdi. Ben gösteremedim. En iyisi kapatalım bu konuyu. Kendimi savunma durumunda kalmak bile yeterince canımı sıkıyor.

Bu arada hanımı da iyice içine kapanıp kitaplarına gömüldüğünden, kendine pek bakmadığı gibi evden de çıkmadığından yakındı. Bizimki hiç sesini çıkarmadı. Tahlil sonuçlarını hızlandırmak için onları odada bırakıp görüntüleme bölümüne gittim. Döndüğümde odada kimse yoktu. Masama “Daha fazla kalamadım. Kahve için teşekkürler, ararım” yazılı bir not bırakmıştı.

Tekrar gelmeleri için çok beklemem gerekmedi. Birkaç gün sonra telefon açıp kalp yakınmaları nedeniyle tekrar gelmek istediğini söyledi. Kendi ile ilgili pek bir şey istemeyen birinden gelen bu talep, sorunun ciddi olduğunu düşündürüyordu. Gerçekten de kalbi ile ilgili incelemeler hastaneye yatmasını ve küçük bir müdahaleye gerektiriyordu. Hastanemizde kaldığı gece arkadaşımın yanındaydım. Akşam üstü hanımını eve gönderip gece yanında benim kalmamı istemişti.

Hastane ortamında olmanın sıkıntısını gidermek için konuşturmaya çabaladım. Okuduğu kitaplar üzerine sorular sordum. Gençliğinde eline alıp uzun ve sıkıcı bulduğu için bıraktığı Rus klasiklerini bu kez heyecanla okuduğundan, kendimizi tanımak için o kitapların öneminden söz etti.

- Bana bu mesleği öğreten, yol gösteren rahmetli hocam Rus klasiklerini, özellikle Dostoyevski’yi okumam gerektiğini söyler, çalıştığım bilim alanıyla ilgili olmadığı için kulak arkası ederdim. Rahmetliyi şimdi çok daha iyi anlıyorum.

- Hani şu “insan olmak diğerinin yerine gam tutmaktır” diye öğüt veren hocan mı?

- Evet. Ne yazık ki sözümü tutamadım. Tutamadığımı kendime itiraf etmem çok zor oldu.

- Nasıl oldu bu? Anlatmak ister misin?

- Her şey bölümden bir doktora öğrencisinin kapımı çalıp yardım istemesi ile başladı. Bilirsin, çeşitli bahaneler ve daha çok siyasi nedenlerle üniversiteden öğretim üyelerinin uzaklaştırıldığı bir süreç yaşanıyordu. Bir bildiriye imza attığı ve barış istediği için üniversite ile ilişkisi kesilen aynı bölümde birlikte çalıştığım meslektaşımın doktora öğrencisi tezini tamamlamak için benden yardım istiyordu. Açıkçası bölümde yardım isteyebileceği başka kimse de yoktu.

- Yani üniversiteden atılan meslektaşının başlattığı doktora tezini tamamlamak için senden yardım istedi. İyi de ne var bunda?

- İlk anda çocuğun sorununu çözmek gerektiği düşüncesiyle o güne kadarki çalışmalarını isteyip inceledim. Çok emek verilmiş, hayli yol alınmıştı. Sonuçları ilgiyle beklenen önemli bir araştırmaydı. Hatta çalışmanın ilk sonuçları için üniversiteden atılan öğretim üyesi meslektaşımdan bir kaç ay sonraki uluslararası kongrede konferans vermesi bile istenmişti.

- Çok güzel. Sorun nerede?

- Düzenleme komitesi barış bildirisine attığı imza nedeniyle hakkında dava açılması ve üniversite ile ilişkisi kesilmiş olması nedeniyle meslektaşımı kongre programından çıkarma kararı almıştı. Üstü kapalı olarak özür dileyip “malum nedenlerle” konferansı bir başkasının sunabileceğini bildiriyorlardı. Doktora öğrencisi de bu şartlarda onca emek ve zaman harcanan araştırmanın sonuçlanıp yayınlanması sürecinde üniversiteden uzaklaştırılan öğretim üyesinin adının geçmesinin kendini zora sokacağını söyleyip bu konuda benden yardım bekliyordu.

- Peki sen ne yaptın? Yardım etmedin mi?

- Üniversiteden “atılan” meslektaşıma sorsam seve seve yardım etmemi, önemli olanın bilim olduğunu vurgulardı. Ancak bu sefer yapamadım. Yapmak istemedim.

- Bu sefer mi? Ne demek bu? Hem bildiğim kadarıyla?

Arkadaşım elini kaldırıp sözümü kesti. Yatağında doğruldu. Yastıklarını düzelterek yardımcı oldum. Kısa süren bir sessizlikten sonra “ülke sanki hep kendini tekrar ediyor, büyüyüp gelişiyor görünse de hiçbir yere gitmiyor, gidemiyor” dedi.

Üniversiteye doktora öğrencisi olarak kabul edildiği yıllarda 1980 ihtilali sonrası çıkarılan bir yasa ile o öğütleri veren ve çok şey öğrendiği hocasının üniversite ile ilişkisinin kesildiğini, hocanın çalışmalarını bölümdeki diğer öğretim üyelerinin hiç utanmadan “yağmaladıklarını”, doktorasını ve tez çalışmasını bitirebilmek için bölümdeki diğer öğretim üyeleri ile birlikte yapmış gibi gösterip, atılan hocasına bir teşekkür bile yazamadığını anlattı.

- Hocamı attılar. İsmini kitaplardan çıkarıp çalışmalarını yağmaladılar. Odası için birbirleriyle kapıştılar. Tüm bunlar olurken bir doktora öğrencisi olarak susup öylece izledim. Odama gelip tezi için yardım isteyen öğrenciyi görünce o günleri hatırladım.

- Peki sonra ne oldu?

- Bir kaç yıl sonra mahkeme kararıyla hoca üniversiteye geri döndü. Onun çalışmalarını yağmalayıp kariyerlerini parlatan “hocalar” hiç bir şey olmamış gibi geçmiş olsun deyip işlerine baktılar.

- Hocan duruma itiraz etmedi mi?

- Kimse sormadı ama ben hocama “bunca haksızlığa hiç bir şey söylemeyecek misiniz?” diye sordum. Her zamanki bilge tavrıyla sırtımı sıvazlayıp “hak bilmeyenden hak bekleyecek kadar akılsız değilim, kendimden utanırım” dedi ve kısa süre sonra emekliliğini isteyip köşesine çekildi. O zaman yaşadıklarının yıldırmış olduğunu ve çabuk pes ettiğini düşünmüştüm. Şimdi onu daha iyi anlıyorum.

- Pişman mısın?

- Anlamıyor musun? Tüm bir akademik hayatım riyakarlık üzerine kurulmuş oldu. Hocamın emeği, çabası silindi ve bilimsel çalışmalarımda başkasının adı yazıldı. Ben de o sayede üniversite kariyerime devam edebildim.

- Bunun için mi emekliliğini istedin?

- O doktora öğrencisine bakınca kendimi gördüm. Pırıl pırıl bir bilim insanı tüm kariyerini riya üzerine kurmak için benden yardım istiyordu. “Bu sefer olmaz, yapamam, yapmamalıyım” diye düşündüm. Doktora öğrencisine anlatmaya çalıştım ancak o da zamanında benim yaptığım gibi kariyerine odaklanmıştı. Anlamadı veya anlamak istemedi.

- Sen de emekliliğini isteyip sahneden çekildin?

Başını önüne eğdi, cevap vermedi. Ayağa kalkıp arkadaşıma sarıldım. Gözünde beliren birkaç damla yaşı silip etajerin üstündeki kitapları işaret etti. “İnsan ölünce yaptıkları ile anılsa da yapmadıkları ve pişmanlıkları ile yaşar” diyen Dostoyevski’nin iyi geldiğinden söz etti. Uyumak istediğini söyleyip arkasını döndü. Uyuyunca üstünü örttüm.

O gece sorunsuz geçti. Ertesi gün şifa ile taburcu oldu.

Hastaneden ayrılırken teşekkür etmek için odama geldiğini görünce bir şey söylemesine fırsat bırakmadan hocasının sözünü hatırlatıp “diğerinin yerine” dedim. Arkadaşımın kederli yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. “Öyle olsun dostum” dedi.

Dr. Mehmet Uhri

One Response to “Diğerinin Yerine”

  1. şeref tuzcu diyor ki:

    yaşanan onca yılın bir anda hiçleşmesi gibi, elinize sağlık, teşekkürler.
    sizin kurgunuz değilse yaşayan/lar için durumun farkına varan ve diğerinin yerine gam tutan küçücük azınlık için hakikaten çok zor olsa gerek…

Leave a Reply