Brugge Yağmuru

img_2693Büyükşehrin herkesi kendine benzeten, neredeyse aynileştiren ortamından kısa süreli kaçıştı aradığım. Uçak biletlerini ucuzundan ayarlayıp Brüksel?e uçmuş trenle Brugge kentine geçmiştim. Mütevazı bir otelde konaklayıp ortaçağdan kalma bu büyülü şehrin sokaklarını arşınlıyordum.

Tur şirketlerinin paketleyip süsleyerek sunduğu bir tura katılmaktansa kendi rastlantısallığımızın arayışıydı yapmak istediğim. Öncesinde biraz okuyup bilgi almış olsam da beklentiyi düşük tutunca sararmış yaprakları suya değen bir ardıç ağacı görmek gibi küçük detaylar bile insanı mutlu etmeye yetiyordu.

Şehir tüm renkleriyle sonbaharı yaşıyor yağmur durmamacasına inceden yağmayı sürdürüyordu. Ortaçağdaki özellikleriyle korunmuş binalar, ördek ve kuğuların yüzdüğü irili ufaklı kanallarla bölünmüş müze kent görüntüsündeki Brugge sokakları, irili ufaklı çikolata mağazalarından yükselen kakao kokusunun sakinleştirici etkisi altındaydı. Hayli ıslanmış olmamıza karşın tümüyle kendi kurgumuz olan bu geziden herkes memnundu. 

2122824-bruges-zot-0Biraz kurulanıp soluklanma için girdiğim birahanede boş masa bulamayınca bardaki taburelere iliştim. Az sonra benden de beter ıslanmış saçı sakalı ağarmış yaşlıca beyefendi de yanımdaki tabureye koyduğum fotoğraf çantamı işaret edip oturmak için izin istedi. Bira menüsünün zenginliği yüzünden seçim yapmakta zorlanıyor kendi kendime söyleniyordum ki yaşlı adam ?Burada Brugge Zot içilir? diyerek barmene parmağı ile iki bira siparişi verdi. Bozuk bir şive ile de olsa Türkçe konuşuyordu. Barmenin bıraktığı biralarımızı yudumlarken nereden nerden geldiğimi, ne amaçla orada olduğumu anlatıp bir anlamda ifade verdim. Sorma sırası bana gelince önce susmayı tercih etti, ben daha ilk yudumu almışken o birasını hızlıca bitirip ikinciyi sipariş etti. Onu da turist sanmıştım ancak Brugge?de yaşıyordu. Söylediğine göre antika eşya alım satımı ile uğraşıyordu. Biraz daha sıkıştırınca 12 Eylül sonrası siyasi nedenlerle ülkeyi terk edip vatandaşlıktan atılanlardan olduğunu, ülkeye dönemediğinden söz etti.

-      Kaçmam gerekiyordu. Nakliye işiyle uğraşan bir dostumun yardımıyla Brüksel?e geldim. Tümüyle yabancıydım. Dil bilmiyordum, param da yoktu. Orada tutunamayınca bindiğim tren beni bu kente attı. Vatandaşlıktan atılınca bir süre vatansız yaşadım sonra buradaki birkaç tanıdığın yardımıyla göstermelik evlilik yapıp Belçika vatandaşlığı aldım.

-      Geldiğinizde ne iş yaptınız? Nasıl tutundunuz bu şehirde?

-      Bedenim buradaydı ama beynim ülkemden ayrılamamıştı. Ülkemin insanlarının daha güzel ve insanca yaşaması için mücadele etmiş olmama karşın onlar beni reddetmişti. Anlamakta güçlük çekiyordum. Hiç unutmuyor, yine böyle yağmur yağan bir gündü. Bu barın bulunduğu hanın girişine sığınmış gelen geçene bakıyordum. Burası sosyalist bir ülke değildi ama insanlar mutluydu, her şeyleri vardı. Kimse kimseye karışmıyor, nasıl davranması gerektiğini buyurmuyordu. Yağmurun sürekli yağmasına karşın sokaklarda çamur yoktu. Kabullenmekte zorlandım ama burada o hayal ettiğim insanca ortam fazlasıyla vardı. Bisiklete bineninden kasaları taşıyan işçisine, yol kenarındaki anne ve kıza durup saygıyla yol veren adama kadar herkes birbirine saygıyla davranıyordu. Şehir 500 yıl öncesindeki haliyle duruyor ve herkes onu bu halde tutmak için elbirliği ve özenle çabalıyordu. Öylece bakıyordum. O gün bira kasalarını taşıyacak işçinin gelememesi nedeniyle kasaları taşımaya yardım ettiğim bar sahibi para istememem üzerine yanında işe aldı. Ahbap olduk. Hatta bir süre barda yatıp kalktım.

111

-      Peki ya antikacılık işine nasıl bulaştınız?   

-      Dil bilmiyordum. Para kazanacak iş ararken insanların yeni eşya alırken eskilerini de çöpe attıklarını gördüm. Özenle kullanıp eski bile sayılmadan attıkları eşyaları onarıp Cumartesi günleri kurulan eskici pazarında satmaya başladım. Kayıp eşya bürolarının zaman zaman sattığı eşyalara da dadandım. Küçük bir depo ve dükkan ile işi büyüttüm. İnsanların terk ettiği eskilerini yeni alıcılar ile buluşturuyor üç beş kazanıyorum. Bu da benim hayatım.

-      Siz burayı sevmişsiniz anlaşılan.

-      Sokağa atılmış evcil bir hayvan gibi sığınacak yer ararken hiçbir şey beklemeden beni kabul eden bu şehirden başkasını aramayı hiç düşünmedim. Üstelik buraların yağmuru bir garip. Öylesine sessiz sakin yağar ki hiç çamur göremezsin. Ama seni sarar sarmalar bu şehre bağlar. Sen de az ıslanmamışsın dikkat et, Brugge Zot gibi bu şehir de seni çarpmasın. 

İkinci birayı da hızla yudumladı. ?Biralar benden, tartışma istemiyorum. Buradaysan Cumartesi günü köprünün kenarındaki eskici pazarına beklerim? diyerek barmene ödeme yapıp çıktı gitti. Kısa kış günlerindeydik ve hava hızla kararıyordu.

img_3056

Cumartesi günü araya sora eskici pazarını ve bizim ihtiyarın tezgahını buldum. Beni görünce yüzü aydınlandı. İnceden yağmayı sürdüren yağmura karşın Pazar yeri kalabalık görünüyordu. Tezgahta antika porselen ve cam eşyalar yanı sıra bronz heykeller ve yine antika sayılabilecek çeşitli kişisel eşyalar göze çarpıyordu. Bir süre pazarı gezip yanına döndüğümde fotoğrafını çekmek istedim izin vermedi. Ertesi gün İstanbul?a döneceğimi bir isteğinin olup olmadığını sordum. Tezgahın altından çıkardığı tozlu eski çantayı açıp içindeki çoğu sararmış siyah beyaz fotoğraf ve günlük benzeri tutulmuş notları gösterdi sonra çantayı bana uzattı.

-      Bu sahipsiz çantayı 4-5 yıldır saklıyorum. Kayıp eşya bürosundan gelenlerin arasındaydı. Sanırım trende unutulmuştu. Gördüğün gibi içinde tanımadığım bilmediğim bir hayata dair izler var. Üstelik resimler hep İstanbul?da çekilmiş. Dahası tutulan günlük ve notlar da Türkçe ve oradaki bir hayatı anlatıyor.

-      Ne yapmamı istiyorsun?

-      Normalde içindekileri atıp çantayı elden geçirip satmam gerekiyordu ama yapamadım. İçinde yarım kalmış kocaman bir hayat olan bu çantaya bakınca kendi hayatımı gördüm. Yaşadıklarımdan geriye kalan görüntüler ve notlar olan sahipsiz bir çanta gibi hissettim kendimi. Üstelik geride bıraktıklarımla ilgili elimde ne bir fotoğraf ne de anı olabilecek not var. Çantayı kaybeden için durumun ne kadar acı verici olabileceğini en iyi ben bilirim diye düşündüm. Bazı adres ve isimlerden yola çıkıp çantayı sahibine ulaştırmaya yardımcı olmanı istiyorum.

-      İyi de farz et ki buldum çantanın sahibini. Ne diyeceğim ona?

-      Hele bir çanta vatanına ulaşsın, diyeceğini o zaman düşünürsün.

Çantayı elime tutuşturduktan sonra ?Brugge yağmuru ile ilgili söylediklerimi hatırlarsan daha fazla ıslanmadan uzaklaş buralardan, hadi git artık? dedi. Kaçamağımız kısa sürdü tatil anılarımız ve o eski çanta ile İstanbul?a döndük. Notlarda yazan isimlerden çantanın sahibini ulaşmayı henüz başaramadım. Arayışım sürüyor. Ancak çanta ülkesine, geri döndü. Sahibine de ulaşıp eksik kalan hayatı tamamlayacağı günü bekliyor. O güne kadar bir köşede öylece duruyor. Laf aramızda halinden pek şikayetçi de görünmüyor, hani.

 

Mehmet Uhri

One Response to “Brugge Yağmuru”

  1. merve diyor ki:

    ustama söyleyecek birşey bulamıyorum heryönüyle mükemmel. sadece yeni nesilin önünde yürüsün yeter

Leave a Reply