Bozkır Dikeni

dsc09968

?Vızıltısı yetmezmiş gibi öylesine hoyrat çalışıyorlar ki, dayanılır gibi değil. Kelebeklerin nezaketi arılarda hiç yok. Al işte yine geldi bir yandan çiçeklerimi emiyor bir yandan da polenlerimi topluyor. Yahu bir izin alsaydın? diye söylendi bozkır dikeni. Arı ise duymazlıktan gelip işini yapmayı sürdürdü. Diken daha da içerleyip söylenmeye başlayınca arı ayaklarıyla polen toplamaya devam ederken kafasını kaldırıp dikene baktı.

- Beni buraya getiren senin kokun, özün. Davet etmedim diyemezsin. Bu dağ başında her yer sararmış kurumuşken açan çiçeklerinden başka nereye gideyim. Benim işim bu. İşçiyim, kafamı kaldırmadan çalışmalı çiçek özü ve polen taşımalıyım.

- İyi de, nereye girip çıktığına hangi çiçeğe uğradığına, canını yakıp yakmadığına baksana. Polenleri çıkarabilmek için daha açmamış çiçeklerimi de zedeliyorsun. Yarın onlar açmazsa hangi çiçeğe gideceksin.

- Yarın yok, bugün bitmesi gereken işler var. Dedim ya işçi arıyım. Koku nereden gelirse oraya gider gücüm yettiğince topladıklarımı kovana taşırım. Neden böyledir, başka yapacak iş yok mudur bilmem, sormam da. Sorgulayan olursa hemen kovandan atarlar. Atıldın mı; gidecek yerin de olmaz bir örümceğe veya kuşa yem olur gidersin. Yani yaşayabilmem için çalışmam gerekiyor. Hem kuruyan yapraklarına ve sertleşen dikenlerine bakılırsa senin de vaden dolmak üzere. Ben de uğramasam yüzüne bakan olmayacak. Huysuzluk etme de şurada işimi yapayım.

dsc09969

Bozkır dikeni kuruyan yapraklarına ve gövdesine bakıp iç çekti. Dağ başında bozkırın ortasında çiçeğin böceğin bile kolay yaşayamadığı bir yerde yaşamak kimselere görünmeden kuruyup gidip seneye tekrar aynı yerde yeşermek zorunda olduğu kendince sıkıcı hayat döngüsünden söz etti. Arı ise 5-6 haftalık kısacık ömrünü, çalışarak sadece çalışarak geçirmek zorunda olduğunu bu sürede peteklere bal yetiştirmek ve kraliçe arıya polen götürmek zorunda olduğunu anlatıp haline şükretmesini söyledi.

- Neden şükredecek mişim?

- Sen hiç olmazsa baharda yine yeryüzüne çıkıp kendini gösterebiliyorsun. Benim öyle bir şansım yok. Görüp göreceğim birkaç yabani çiçek ve burada bozkırın ortasında ?has topuz? diye adlandırılan sen varsın. Benim dünyam bu kadar. Ötesine kafa yormaya ne niyetim ne de zamanım var.

- Uçup başka bir yere, kovana gidemez misin?

- Gideni almazlar ki. Kurallar önceden belirlenmiş. Değiştiremiyorsun. Hem zaten senin çiçeklerinden bal çıkabileceğini bilmeseler dağın başına bozkıra insanoğlu getirip kovanlarını yerleştirmezdi.

- Anlamadım. Ben burada yetiştiğim için mi sen buralardasın?

- Şu kuru dikenli kaz kafan anca anlamaya başladı. Sen beni misafirden sayıyorsun ama aslında ikimiz de misafiriz. Sen burada ben ise bazen kovanda bazen de buralarda. Üstelik öyle bir misafirlik ki; ne sen buradan gidebilirsin ne de ben. Uzaktan bakınca ev sahibi sanırlar.

- Peki ya kovanları buralara dağ başına taşıyan insanoğlu. O da mı misafir?

- Onlar, kendini ev sahibi sanıyor. Ama bence o da misafir. O gider başkası gelir, aynı işi aynı şekilde yapar. Sonuçta yaptığı bir damak tadıdır. Herşey gibi geçer gider.

dsc09964

Bozkır dikeninin kafası iyice karışmıştı. Kökleri yüzünden arılar ve insanlar gibi özgürce bir yerlere gidemediği için kendini şanssız hissettiğini düşündü. Arı ile göz göze geldikleri bir anda ?Neden çekip gitmiyorlar. Siz arıları ve insanları burada tutan, bu anlamsız telaş içinde çalıştıran nedir?? diye sordu. Arı kısacık ömründe cevaplaması zor sorular sorduğunu ama bu soruyu kraliçe arıya ileteceğini söyleyerek yükünü almış halde uzaklaştı.

Gün geceye devrilip yıldızlar belirirken diken, heyecanla sabah olmasını ve kraliçe arıdan gelecek yanıtı bekliyordu. Gökyüzünün karanlığında birer topuz dikeni gibi görünen yıldızlara bakıp sorusunu onlar da yöneltir. ?Sizi orada tutan, her gece ışımaya zorlayan nedir? Neden çekip gitmiyorsunuz? Diye seslendi. Uzunca bir sessizlikten sonra kayan bir yıldız belirdi ve karanlıkta hızla kayboldu.

Günün ağarması ile arılar işe koyulur. Bozkır dikeni heyecanla beklese de gelenler arasında bizimki yoktur. Bir süre sonra dayanamayıp gelen arılardan birine önceki gün ziyaretine gelen arıyı sorar. Kraliçe arıyla görüşmesinden sonra ceza aldığını, kovandan çıkmama ve kovan güvenliğini sağlamakla görevlendirildiğini bir daha gün yüzüne çıkmasının zor olduğu yanıtını alır. Ona ?yanıtı öğrenebilmiş mi?? diye sormasını ve alacağı yanıtı merak ettiğini söyleyip arıdan ricada bulunur. Bal arısı yanıt vermeden uzaklaşır.

Bozkır dikeni kurumakta olan gövdesinin rüzgarda çatırdamasına karşın dik durmaya çalışarak gece boyunca sabırla güneşin doğmasını bekler. O gece kayan yıldızların çokluğu dikkatini çekse de gökyüzü her zamanki suskunluğundadır. Sabah olunca heyecanı artar. Yaklaşan arıyı tanır ve ?bizimkini görebildin mi? Ne dedi?? diye sorar. Arının yüzü asıktır. ?Gördüm. Seninle konuşup kafamı karıştırmamalıymışım? der. Diken ?kraliçe arının yanıtını öğrenebildin mi? Diye üsteler. Arı uzaklaşırken ?Kelebeklere bakacakmışsın. Onlar hiç soru sormazmış. Söyle o bozkırın dikenine kaybedeceği bir şeyler varsa soru sormaktan vazgeçsin dedi ?diye seslenerek uzaklaşır.

dsc09753fqq1

Sıcak geçen bir kaç günün ardından sert esen rüzgara daha fazla dayanamayan gövdesinin kırılmasıyla bozkır dikeni toprağa düşer. Yağan yağmurla bir ara kendine gelip toprağa saçılan tohumlarına bakar; ?Soracağım işte, aradığım yanıtı bulana kadar soracağım. Ben gideceğim sorularım tohumlarımda yaşayacak, onlar sormaya devam edecek? diye söylenir.

Bozkır dikeninin ardından önce kelebekler sonra da arılar gözden kaybolur. Yaklaşmakta olan kışın sessizliği bozkıra yayılır. Bozkır sert geçecek bir kışa ve sonrasına hazırdır.

Mehmet Uhri

Leave a Reply