Bir Biletten Fazlası

timthumb

Hastane çevresinde görmeye alışılan ortamla özdeşleşmiş bazı insanlar vardır, bilirsiniz.

Sabahları “sıcak simit” diye haykıran simitçi, taksi durağı değnekçisi bazen de gazete bayi olarak hafızalarımızda yer ederler.

Hastalar, hasta yakınları hatta sağlık çalışanları değişir,  onlar neredeyse hiç değişmez, hep oradadır. Herkesin aşina olduğu isimsiz kahramanlardır.

Çalışmakta olduğum hastanede benim isimsiz kahramanım seyyar piyango bilet satıcısıydı. Bildim bileli oradaydı. Yaşlıydı. Aksayan ayağı ile genellikle bahçede bazen de içerde hasta bekleme salonlarında gözümüze ilişirdi.

Yüzüne karşı söylemesek de hastane çalışanları arasında “uğursuz piyangocu” olarak tanınıyordu. Bu güne kadar sattığı hiçbir bilete hatırı sayılır ikramiye isabet etmediği için “uğursuz” dense de efendiliğine kimse laf söyleyemezdi.

Büyük depremde enkaz altında eşini ve çocuğunu yitirmiş bir ayağı sakat kalsa da kurtulabilmişti. Enkazdan kurtarılıp hastanemize getirilmiş, uzun bir tedavi sürecinden sonra malulen emekli edilmişti.

Maluliyetini belgelemek için uğraşırken sağlık kurulunda tanıştığı hekimler haline üzülüp seyyar piyango bayiliği alabilmesi için aracı olmuş hatta teminat için gereken parayı aralarında toplamışlardı.

Hayatın sillesini yemiş olsa da hastanemizi vefa duygusuyla yeni iş yeri olarak görüyor, ayrılmıyordu. Hasta veya hasta yakınlarına sevabına yol gösterdiği, yardımcı olduğuna da şahit oluyorduk.

Yalnız yaşıyordu.

Bazı akşamlar evine gitmiyor hastane bahçesinden ayrılmıyordu. Bir meslektaşımıza hastaneyi evi bellediğinden söz edip “Bu dünyada ne sevdiğim ne de sevenim kaldı, sizler elimi tutmasanız her şeyden çoktan vazgeçmiştim, ayrılamıyorum buradan, kaybolurum diye korkuyorum” demişti.

Gerçekten de hastaneyi herkesten çok sahiplenmişti.

Bir kış günü acil servis önünde park sorunu yüzünden çıkan kavgayı ayırmak isterken arada kalıp hayli hırpalanınca acil servise yatırmak zorunda kalmıştık.

Dudağına dikiş atılmış, iç kanama şüphesi nedeniyle gözlem altına alınmıştı. Çıkıp gitmek istiyordu. İkna etmek için hayli uğraşılmıştı. Ertesi gün akşamüstü hastane bahçesinde bir elinde idrar torbası ve hastane kıyafetleri ile yine piyango bileti satmaya çabalarken görünce biraz da içerleyerek yanına gidip yaptığının doğru olmadığını derhal yatağına geri dönmesi gerektiğini söyledim.

O ise yılbaşı üstü satıp bitirmesi gereken biletlerin telaşındaydı.

- Sizin için söylemesi kolay. Bu biletleri satamazsam elimde patlayacak. Bir şekilde işimi sürdürmek zorundayım.

- Yani elindeki biletlere ikramiye çıkmayacağından bu kadar eminsin. Belki elinde kalacak biletlerde bir hayır vardır, nereden biliyorsun?

- Hayır olsa bile bana uğramaz. Bunca yıldır feleğin ne menem bir şey olduğunu görmüşüm. Boşuna uğursuz piyangocu demiyorlar bu hastanede. Tanıyorlar beni.

- Anlamadım. Hiç mi umut yok?

- Yok, öyle değil. Umut hep var ama bakacağın, bekleyeceğin yönü bilmek gerekiyor. Bu biletler yönünü arayanlar için. Onlar her şeyden umudu azar azar kesmiş olsalar da olmayacak duaya amin demek gibi bilet alır dururlar. Çok var onlardan. İyi insanlardır, zararsızdır, tanısan seversin. Zaten beni hemen fark ederler. Hayattan beklentileri, hırsları fazla olanlar ise hiç görmezler, varlığımı bile hissetmezler. Onlara da lafım yok. Ben en çok bilet almaktan vazgeçenlere üzülürüm.

- Niye üzülürsün?  Müşteri kaybettiğin için mi?

- Derdim müşteri değil. Müşteri hep var. Bakacağı bekleyeceği yönü yitirmişken insan o küçük umutları kovalamayı da bırakıyorsa üzülmek, hatta korkmak lazım. Öylece oldukları yerde ufalıp sanki bir anda görünmez oluyorlar. Akşamları evde yalnız başıma kalınca bazen bende onlar gibi olduğumu düşünüp kendimden korktuğum oluyor. Evde duramıyor gelip buralarda geceliyorum.

- Yine de bu şekilde hastane kıyafetleri ve sondayla olmaz, gazetelere çıkar hastalara kötü muamele ediliyor diye rezil oluruz, anlatamayız. Şimdi beraber yatağına gidiyoruz.

p2Koluna girdim. Bahçeyi geçip hastane binasına yöneldik. Ayağı aksadığı için hızlı yürüyemiyordu. Dudağındaki dikişlerin gerginlik yapıp acı verdiğinden yakındı. Bu sırada yanımıza gelen hasta yakını bir hanım bilet almak istediğini söyledi. Bizimki cebinden çıkardığı biletlerden seçtirip alışverişi tamamladı. Parayı ve bilet tomarını cebine koymasını bekledim.

- Biliyor musun doktor bey? Biletleri genellikle erkekler alıyor. Başlangıçta yaşça büyük de olsam kadınların sokakta erkek bir seyyar satıcıdan alışveriş etmeye çekindiklerini düşünmüştüm. Sonra arkadaşlarıma sordum, merkeze sordum hep öyleymiş. Sanki, kadınlar umutlarını nerede arayacaklarını daha iyi biliyorlar, böyle nafile umutlara gereksinim duymuyorlar. Beni görmüyor rahatsız da olmuyorlar. Bunu anladığımdan beri rahatça yanlarına gidiyor, oturuyorum. Konuştuğum bile oluyor, onlar benim milli piyango satıcısı olmamla çoğu kez ilgilenmiyor.

- Ama az önce yanına gelip bilet satın alan bir kadındı.

- Muhtemelen kafasını dağıtmak isteyen bir hasta yakınıydı. Ayağına gelen kısmet diye düşünmüş olmalı. Belki de halime acıyıp sadaka vermek yerine hayırlı bir iş yapmak için bilet almıştır. Böyleleri birkaç gün sonra aldığı bileti nereye koyduğunu bile unutur. Diyorum sana, kafası karışık olanlar çoğunlukla erkekler.

- Neden böyle?

- Ne kadar güçlü görünmeye çalışsalar da bence erkekler çabuk vazgeçiyor, kolay pes ediyor. Kadınlardaki sabır ve dirayet erkeklerde pek yok. Kadınlar ne yapıp edip umutlarını tazelemeyi, yeri geldiğinde kendilerini göstermeyi aynı zamanda korumayı biliyorlar.

Yürümeyi sürdürüp hastane kapısına varmıştık ama muhabbet giderek rutin bir nöbet akşamı için ilginç olmaya başlamıştı. Kapıda gençten bir adama iki bilet daha sattık. Para üstü konusunda yardımcı olmak zorunda kaldığım için sattık diyorum. Teşekkür etti. Soluklanmak için bekleme koltuklarından birine oturdu, yanına oturmamı istedi. Tekrar teşekkür etti. Cevap vermeme fırsat vermeden konuşmasını sürdürdü;

- Bu hastane olmasaydı çoktan her şeyden vazgeçmiştim. Tanımadıkları halde burada birileri hep elimden tuttu, bırakmadı. Belki acıdıkları için ama bırakmadılar. İlacı ameliyatı her yerde bulursun ama şu aksak ayağımla ayakta durmamı sağlayan insanları bir daha bulamam diye korktum. O yüzden ayrılamıyorum buradan.

- İşimizi yapıyoruz.

- İşinizden fazlasını yapıyorsunuz. Şu an olduğu gibi yeri geldiğinde ailenizden biri gibi davranıyorsunuz.  Her ne yapıyorsanız bana iyi geliyor, uzatma.

Bu sözleri biraz sertçe söyleyince konuyu değiştirmek istedim. Az önce kadınlar umutlarını tazeleyebiliyor, kendilerini gösterirken korumayı da başarıyorlar demiştin “nasıl başarıyorlar bunu?” diye sordum. Gülümsemeye çalıştı ancak dudağındaki dikişler yüzünden gülümseme çabası yüzünde acıya dönüştü.

Eliyle hastane bahçesindeki insanları gösterdi;

- Siz doktorlar insanları en yalın haliyle görmeye alıştığınız için sözünü ettiğim şeyi görmeniz, anlamanız kolay değil. Eskilerde kadınlar erkeklerin rahatsız etmemesi için mutaassıp biri gibi giyinir başörtüsü kullanırlardı. Ama başörtüsünün de kendine göre sorunları vardı. Şimdilerde kolayını buldular. Cep telefonu veya her ne aletse kulaklığını hem de gayet görünür biçimde kulaklarına takıp çevreye kendilerini kapattıkları mesajını veriyorlar. Kulaklık sayesinde “bana bulaşmayın, benim dış dünyayla işim yok” mesajı verip her yerde her şekilde gezip dolaşıp işlerini görüyorlar. Çok da becerikliler. Umutlarını bile kendi kontrollerinde tutabiliyorlar. Üstelik erkekler gibi kolay da vazgeçmiyorlar. Şartlar böyle olunca kendileri gibi hayata tutunan dirayetli bir eş, bir hayat arkadaşı bulmaları da hiç kolay değil. Dedim ya erkekler çabuk sıkılıp kolay pes ediyor.

- Şimdi senden bir bilet satın almak istesem bir araba laf da bana edeceksin diye endişeleniyorum.

- Bir bilet bazıları için bir biletten fazla anlam taşır. Ya çıkarsa diye düşündüğünde aklını aydınlatacak, içini rahatlatacak öyle başkalarının hayali gibi değil, kendine ait bir beklentin yoksa neden bilet alasın ki? Hem maazallah çıkarsa sen yine aynı sen olursun belki ama hastaların doktorlarını görebileceklerinden emin değilim. İyisi mi hastalarına iyilik yap biletten uzak dur. Ben odama gideyim. İlaç saatim geliyor. Hem böyle kapı önünde durdukça daha çok dikkat çekiyoruz.

Başıyla belli belirsiz selam verdi. Odasına doğru yürürken hasta yakınlarından biri “piyangocu bakar mısın?” diye seslendi. Bizimki bir ona bir de bana baktı. Gülümsemek istedi ama dudağındaki dikişler yüzünden yüzü yine acıyla gerildi. Gelen ambulansın sireniyle acil servisin önü hareketlendi.

Hastanede gecenin hareketliliği erken başlamıştı.

Piyangocumuz iki gün sonra taburcu oldu.

Taburcu oldu dediysem hasta odasından hastane bahçesine transfer oldu. Hastanenin isimsiz kahramanlarından biri olarak ortalıkta olmayı “burası bana iyi geliyor” diyerek sürdürüyor.

Ara sıra yine karşılaşıyoruz. Geçenlerde bir bilet istedim uzatırken “Unutmadın değil mi? Bir bilet bazen bir biletten fazlasını anlatır. Şansın bol olsun” dedi. Şapkasının kenarını tutarak hafifçe bir  selam verdi.

Sonra…

Sonra arkasını dönüp aksak ayağını sürüyerek dış kapıya, simitçi ve gazete bayiine doğru ağır adımlarla ilerledi.

Mehmet Uhri

One Response to “Bir Biletten Fazlası”

  1. naile kalender diyor ki:

    Mehmet’cim kalemine diline gönlüne sağlık; da bu yazıları okumak da bana iyi geliyor!Bayağı düşündüm ben de hemen hemen yılbaşı dahil bilet almayışımı , demek ki kadınlar umutları farklı arıyor ve kendileri hayat biçimini deeğiştirme çabasını gösteriyor. tüm yazıların arkadaşlık ediyor sabahlarıma veya gecelerimin geç saatlerine tekrar teşekkürler iyi ki arkadaşımsın :)

Leave a Reply