Bakla Bahane

img_1727

O sıcak yaz günü kitaplarımla baş başa kalabilmek için çay bahçesinde bulabildiğim ilk boş masaya yayılmıştım. Okurken arada küçük notlar alıyor, çevreyle ilgilenmiyordum. Bir süre sonra orta yaşı geçkin şapkalı ve iyi giyimli beyefendi boş sandalyelerden birini işaret ederek masama ilişmek için izin istedi. Doğrusu masamı paylaşmaya hiç hevesli değildim. Çay bahçesinin yükünü almış neredeyse masaların dolmuş olduğunu bu sözlerden sonra fark ettim. Sesimi çıkarmadan oturması için yer açtım.

Az sonra garsonun yanımıza gelip “her zamankinden mi?” diye sormasından çay bahçesinin müdavimlerinden olduğunu anladım. Az sonra iri bir bardak içinde gelen adaçayını yudumlamaya başladı. Konuşmak için fırsat kolladığını fark edip iyice kitabıma gömüldüm. Okumakta olduğum kitaba baktıktan sonra masa üzerindeki diğer kitapları eline alıp evirdi, çevirdi. Gözlüğünü takıp sayfalarını karıştırdı. Bir süre sonra almış olduğum notlara bakmaya başlayınca dayanamayıp “kitaplar ilginizi çekti sanırım” dedim. Elindeki kitabı masaya bırakıp “Çay bahçesinde yer bulamayıp bir süre bakınınca sizi fark ettim. Okuyor ve durup notlar alıyordunuz. Merakımı mazur görün yazar filan mısınız?” diye sordu. Öykü yazarı olduğumu, insanların içinde bulunup elimden geldiğince öykü malzemesi toplamaya çalıştığımı, kitapları da bu amaçla kullandığımı anlatıp tekrar kitabıma dönmek için izin istedim.

Bir süre suskun kalıp öylece durdu. Sonra kafasını kaldırıp gözlerimin içine bakarak “Size öykü malzemesi olabilecek yaşanmış bir anı aktarabileceğimi söylesem, ilginizi çeker mi?” diye üsteledi. Gevezenin birine çattığımı düşünmeden edemedim. Kurtulacak gibi görünmüyordum. Pek ümitli olmasam da anlatacaklarını merak etmiştim. Kitabımı kapatıp gözlüğümü kılıfına yerleştirdim ve “sizi dinliyorum” dedim.

O ise arkasına yaslanıp şapkasını çıkardı. Eliyle ağarmış seyrek saçlarını düzeltip ada çayından bir yudum aldı ve anlatmaya başladı.

“Size metro yolculuğu sırasında tanıştığım ve bir daha karşılaşmadığım birinden söz edeceğim. Dediğim gibi o yaşlı beyefendi ile metro yolculuğu sırasında tanışmıştık. Elinde gitarı ile metroya binmiş tesadüfen yan yana oturmuştuk. Bir süre sonra metronun kalabalığına ve sıkışıklığına aldırmadan oturduğu yerden gitarını çalmaya başladı. Kalabalık nedeniyle pek rahat hareket edemese de gitardan yükselen müzik kısa sürede ilgiyi üzerimize çekmişti. Çalarken gitarın tellerine veya perdelerine bakma gereği duymuyor, kendini ilgi ile izleyenlere bakıp gülümsüyor ve selam veriyordu.

Yan yana oturma düzeni içinde gitar çalınıyor olmasının doğurduğu hareketlilik başlangıçta biraz rahatsızlık verse de çıkan ezgi ve o ezgiler ile birlikte oluşan iklim hepimizin hoşuna gitmişti. İlgi ile ihtiyarı izliyordum. Ancak diğer yanında oturan asık suratlı yaşlı adam dayanamayıp “Kes şu zırıltıyı, gâvur parçaları çalıyor bizi de günaha sokuyorsun, kafamı şişirdin. Hem elin ayağın da rahat durmuyor. Edebinle otur şurada” diye yüksek sesle söylenince az önceki iklim hemen kayboldu. Kısa bir sessizlikten sonra sorunun büyümesini önlemek için yer değiştirmeyi teklif ettim. Gitar çalan ile yerlerimizi değiştirdik. Bizimki az önce söylenen sözlere aldırmadan çalmayı sürdürünce bu kez suratsız adam ikimize de söylenmeye hatta sövmeye başladı. Cevap vermedim. Umursamaz görünüp müziğe eşlik ediyormuş gibi davrandım.

Adam omzumu dürtüp “Sana söylüyorum, söyle şuna gürültü yapmasın” dedi. Elimle susmasını işaret edip “Bu şarkıyı çok severim, güzel çalıyor” dedim.  Daha da öfkelendi. Çevresine bakınıp kendine destek olacak birilerini arandı, göremeyince sustu. Olayın kapandığını sanıyordum ancak adam ilk durakta inip yanında güvenlik memuru ile tekrar bindi. Metro bir sonraki durağa doğru hareket etmişti. Az önceki suratsız adam eliyle bizimkini işaret edip “işte memur bey. Bu dilenci yüzünden rahat yolculuk edemiyorum, uyardım, anlamadılar. Lütfen gereğini yapın” dedi. Güvenlik görevlisi adamın yanına gelip ilk durakta inip kendisiyle gelmesini rica etti.

Tüm bunlar yaşanırken çalmayı sürdüren yaşlı adam müziğe ara verip güvenlik görevlisine cebinden çıkardığı kimliğini uzatarak kendini tanıttı. Kimliği inceleyen güvenlik görevlisi ise metro alanlarında işportacı veya dilencilerin bulunmasının yasak olduğunu söyleyince bizimki her hangi bir şey satmadığını, ortalıkta şapka veya benzeri bir bahşiş toplama aracı da olmadığını işaret ederek “Dilenci veya satıcı değilim. Müzik yapıyor ve kendimi eğlendiriyorum memur bey. Bu bana yetiyor. Kimseye rahatsızlık verdiğimi de düşünmüyorum. Yaptığım sadece müzik” dedi.  Ben ve birkaç yolcu daha bu sözleri destekler tarzda konuşunca güvenlik görevlisi yelkenleri indirdi. Yine de rahatsız olan yolcuların yakınmasını dikkate alıp yolculuğa müzik yapmadan devam etmesi gerektiğini bildirdi. Suratsız beyefendi kazandığı zaferden memnun görünüyordu.

İçimden “bu kadar mı? Bu mu yani, aktaracağın anı?” diye düşünmeye başlamıştım. Meşgul ettiği için de içerliyordum. O ise ada çayından bir yudum daha alıp şapkasını masanın üstüne koydu. Eliyle alnını kuruladı ve anlatmayı sürdürdü.

Yolculuğun sonrası kısa ama benim için hayata dair hayli uzun bir yolculuktu. Az önce yaşananlar nedeniyle canı sıkılmıştı. Gitarını kılıfına yerleştirdi. Bir şeyler söyleyip teselliye çalıştım şaşkın ve biraz da kızgın gözlerle yüzüme bakıp “bu yaşımdan sonra kendimi tanımak için gitara başladım ona bile karışıyorlar” diye söylendi. “Kendini tanımak mı?” diye sorunca 33 yıl devlet memurluğu yapıp emekli olduğunu. Gitar çalmaya emekli olduktan sonra başladığından söz etti. Anlatmayı sürdürdü;

- Hayatım boyunca hep insanların içindeydim. Sorunlu biri de değildim. Valla değildim. Hep çevremdekilerin istediği gibi biri olmaya çabaladım. Söz dinleyen sorunsuz biriydim. İstediğimin bu olup olmadığını hiç sormadım kendime. Kendim olmak, kendi istediğim gibi yaşamak aklıma bile gelmedi. Sanırım başkalarından farklı olmaktan ürktüm. Ancak ne oldu? Bir süre önce eşimi, hayat arkadaşımı yitirdim. İki oğlum da peş peşe evlenip gitti. Üstüne emeklilik geldi. Bir de baktım yalnızım.

- Peki ya sonra? Bu gitar işi nasıl oldu?

- Baktım kendimle baş başayım. Ama kendimi tanımıyor kendim için bir şey istemeye bile çekiniyorum. Hatta kendimle konuşmayı bile beceremediğimi fark ettim. Kimseye derdimi anlatamadım. Şimdi bile anlatabildiğimden emin değilim.

- Yalnızlığınızı gidermek için gitar çalmaya mı başladınız?

- Tahmin ettiğim gibi, siz de anlamadınız. Dedim ya kimse anlamadı. Bunca sene hep başkalarının istediği gibi biri olmak yüzünden kendimi hiç tanımamış olduğumu fark ettim. Sonrası benim için hayli ıstıraplı bir dönemdi. Şehrin sokaklarında amaçsızca yürürken karşıma çıkan ve “falına bakayım mı?” diye soran o çingene kadın sayesinde oldu, tüm bunlar.

- Nasıl yani? Çingene kadın size gitar çalmayı mı öğretti?

- Yok öyle olmadı. Falıma bakmak istediğini söyleyince “Kimin falına bakacaksın ki, ben kendimi nasıl bulacağım onu söyle?” Diye üsteleyince avucuma tutuşturduğu baklaları yere atmamı söyledi. Dediğini yapıp önündeki mendilin üzerine baklaları bıraktım. Bir süre dağılmış halde duran baklalara baktı sonra içlerinden birini seçip bana uzattı. “Bu sende kalsın. Başkalarındaki kendini bulmaya çalışmalısın. Yapacaksın, korkma” dedi. Anlamadığımı görünce “Aradığını başkalarında bulacaksın. Senin aradığın aynada gördüğün değil, başkalarının sana bakınca gördüğü de değil, başkalarında bıraktığın kendini arıyorsun. Bulduğunda kendini de bulacaksın” dedi. Bunun için ne yapmam gerektiğini sorduğumda onu benim bulmam gerektiğini söyledi. “Başkalarının seni fark etmesini sağlayacak ve hayatlarına katmasına fırsat verecek bir şeyler yapmak iyi bir başlangıç olabilir. Ben öyle yapıyorum. Bakla bahane” dedi. Falıma bakmayacak mısın diye sorduğumda bundan sonrası için fala ihtiyacım olmadığını söyledi. Para da almadı.

- Peki, ya sonra?

- Rahmetli babam mandolin çalardı. Çocukken bana da öğretmişti. İkinci el bir gitar satın alıp kendi kendime çalışarak iyi kötü müzik yapmayı öğrendim. Az önce yaptığım gibi metroya binip çalmaya başlıyorum. İnsanların ilgisini çekip beni görmesini, bir nebze de olsa hayatlarına güzellik katabilmeyi amaçlıyorum. İşte bu sırada onlara bakıp onların gözündeki kendimi görebiliyorum. Hani o hiç tanımadığım kendimi, küçük dokunuş ve yaşanmışlıklarla geri dönen anlamlı bakışlarda görebilmeye çalışıyorum.

img_1726Masadaki boşları almaya gelen garsona aynı cezveden çıkmış iki sade kahve getirmesini rica ettim. Bu arada kısa bir süre soluklanmasını istedim. Kalemi kâğıdı alıp anlattıkları ile ilgili kısa notlar almaya başladım. Çay bahçesinin kalabalığı daha da artmıştı. Bizimki sabırla not almamın bitmesini bekledikten sonra metro yolculuğu sırasında yaşadıklarını içtenlik ve heyecanla anlatmayı sürdürdü.

“Yolculuk bitmesini istemediğim bir muhabbete dönüşmüştü. Öyle ki, ineceğim durağı geçmiş olduğumu çok sonra fark ettim. Metro veya benzeri sosyal ortamlarda gitar çalarken insanları izlediğini, bahşiş beklemediğini ama veren olursa geri çevirmediğini söyledi. Amacının kendiyle ilgilenen o tanımadığı insanların gözündeki kendini görmek, onu bulmak olduğunu tekrar vurguladı. Sonra dönüp yüzüme baktı;

- Beni biraz çatlak bulmuş olabilirsin ama işin gerçeği bu. Başkalarının hayatından kendimi bulmaya, onu görmeye çabalıyorum.

- Peki, aradığınızı bulabildiniz mi? Dahası bulduğunuzdan memnun musunuz?

- Benim ki arayış, bir tür yolculuk. Şimdiye kadar bulduğuma bakıp “eh işte idare eder” diyebilirim.

- Peki, nasıl yapıyorsunuz bunu? İnsanların bir kısmı sizinle hiç ilgilenmiyor bazıları ise az önceki gibi rahatsız bile olabiliyor?

- Metroda yolculuk ederken oturur insanları izlerim. Dediğin gibi insanlar da tip tip. Metronun özelliği oturduğun zaman karşındaki insanı ve onun ardındaki camdan yansıyan kendi görüntünü izlersin. Bazıları kimseyle yüz yüze gelmemek ve camdan yansıyan kendi görüntülerini de görmemek için oturmaz, ayakta durur. Oturanların bir kısmı cep telefonları ile ilgilenip kafalarını kaldırmaz. Onlar benim için cep telefondaki görüntüler gibi sanal tiplerdir. Kadınlar ise nedense oturup genellikle ortamdaki diğer kadınları süzerler. Camdan yansıyan görüntülerine ise bakmamaya çalışırlar. Bazen sarmaş dolaş çiftler gelir. Dünya umurlarında değildir. Onlara bakanlar ise genellikle ya kız veya oğlan tarafı olma eğilimine girerler. Bir zamanlar benim yaptığım gibi başkaları için yaşayanlar ise sadece camdan yansıyan kendi görüntülerine bakarlar. Başkalarının gözünde nasıl göründükleri onlar için her şeyden önemlidir.

- Başka?

- Çocuklar? En çok onların gözünden kendimi tanıyabiliyorum. Çünkü çocuklar kendilerini gizlemiyorlar. Müziği beğendiyse tempo tutup dans eden veya söyleyen bile oluyor. Nadiren de olsa benim gibi başkalarının üzerinden kendini bulmaya, tanımaya çalışanlarla da karşılaştım. Sayıları az ama tanımaya değer olduklarını düşünüyorum. Sıradan tiplerdir ve mükemmel olmak gibi kaygıları yoktur. Sonuç olarak insanların üzerinden kişiliğimdeki geveze, uyuşuk, sevecen, nobran, pinti gibi karakter kırıntılarıyla yüzleştikçe yalnızlığımdan kurtuluyor kendime yakınlaşıyorum.

- Aradığınız yakınlaşma aile içinde veya akrabalar arasında bulunamaz mıydı?

- Çok zor. Bilirsin, akrabalar senin seçimin değildir. O ortamın içine doğarsın. Farklılıkların törpülendiği, birbirine benzemeye başlanılan ilk yer ailedir. Yani akrabalar birbirine ayna olamıyor. Çünkü farklılıkların sülale içinde eritilip yok edilmesi isteniyor. Yine de akrabaların zor dönemlerde insanın sığınacağı rıhtımlar gibi olduğunu düşünürüm.

Yolculuğun sona ermesine az kalmıştı. Anlattıkları için teşekkür edip “Tüm bunların bir bakla falıyla başladığına inanamıyorum.” Dedim. Gülümsedi. Elini cebine atıp çıkardığı kuru baklayı gösterdi. “Kendine yolculuk yapmak istiyorsan başkalarında bıraktığın kendini bulmaya çalışmalısın, bakla bahane” Demişti falcı kadın” dedi.

Son durakta birlikte indik. Az önceki tatsız olayda verdiğim destek için teşekkür etti. Gitarı ile birlikte ters yöne giden metroya yönelip gözden kayboldu.”


img_1728

Sözlerini bitirdikten sonra kahvesinin kalan son yudumunu alıp sandalyesinde arkasına yaslandı. Not almamı bitirmemi bekledikten sonra “umarım öyküye dönüşebilecek bir şeyler anlatmışımdır” dedi. Ben ise notlarımı gözden geçirip yazmayı unuttuğum bir şey olup olmadığı telaşındaydım. Bir süre daha sessizce oturduktan sonra gitmek için izin istedi. Kendisine anlattıkları için teşekkür edip masanın misafiri olduğunu hesabı ödemek istediğimi nazik ancak kararlı bir ifadeyle bildirdim. İtiraz etmedi. Ayağa kalktı. Şapkası ile selam verdi. Arkasından “Peki ya siz? Gitar çalan o yaşlı adamın anlattığı hangi tipe giriyorsunuz?” diye sordum.

Belli belirsiz bir göz kırptı ve “Gitar çalamasam da insanların beni görmesini ve onlarda bıraktığım izler üzerinden kendimi bulabilmenin bir yolunu bulduğumu düşünüyorum. Eh, bu da bana yetiyor” diye yanıtladı. Ağır adımlarla çay bahçesinin kalabalığında gözden kayboldu.

Ben ise tekrar notlarıma dalmış anlatılanları toparlama telaşındaydım. Bir süre sonra garsonu çağırıp konuştuğum bey efendinin kim olduğunu sordum. İsmini bilmeseler de düzenli gelenlerden olduğunu ve az önce olduğu gibi genellikle birilerinin masasına oturup sohbet ettiğini anlattı.

Giderken, kaşla göz arasında masanın hesabını da ödemişti.

Mehmet Uhri

Not: Bu yazıda kullanılan görseller Eren Eyüboğlu imzalıdır.

Leave a Reply