Ankastre Hayatlar

bahar-1Hızlanan yağmur ile birlikte trafik tıkanmış kalabalıklaşan durakta kuru yer bulma umudum kalmamıştı. Minibüs ve taksiler de dolu geçiyordu. Yağmur altında ümitsizce yol kenarında beklerken yavaşlayıp duran aracın şoförü ?Islanmayın doktor bey, hemen binin ? diye seslendi. Hastanemizde yatan hastalarımızdan birinin kocasıydı ve hanımının yanına gidiyordu. Yaşlılılığın verdiği kalp ve akciğer sorunları nedeniyle hastanede yatmakta olan hastamızda ilerlemiş Alzheimer hastalığı da mevcuttu. Tüm bunlara karşın, yaşlı karı kocanın birbirine olan ilgisi dikkatlerden kaçmamıştı.  

Yağmurdan kurtulup hastaneye yetişecek araç bulmanın verdiği memnuniyet bir süre sonra akmayan trafik nedeniyle geç kalma endişesine dönüştü. İlerlemeyen trafiği gösterip ?Uzmanlar bilinçsizlik konusunda uyarıp duruyor. İnsanları taşıyacağımıza araçları taşımaya uğraşıyoruz. Araç sayısı arttıkça trafik iyice içinden çıkılmaz hale geliyor? diye söylendim. Hastamızın eşi gülümseyerek yüzüme baktı.

-      Bence bu yanlışı bilinçli yapıyoruz, doktor bey. Arabaları giysi gibi kullanıyoruz.

-      Nasıl yani?

-      Eskiden insanlar palto ve şapkasız sokağa çıkmaz,onların  içinde kendilerini güvende hissederlerdi. Havalar ısınıp şehirler modernleşince palto ve şapka unutuldu. Şimdi giysi olarak arabalarını kullanıyor, aynı güven hissini arabalarından bekliyorlar. Diğerleri gibi görünür ve sıradan olmaktan korkup arabalarına sığınıyorlar. Devlette makam aracı saltanatı boşuna mı sanıyorsun? Makamı ile kendini var eden pek çoğu gibi makam aracını kullanarak sıradanlığı aşmak istiyor, o kafadakiler. Bence toplu ulaşım sağlansa da kafalar değişmedikçe trafik sorunu böyle devam eder gider.

-      Yani insanlar arabaları içinde kalmak uğruna tüm bu trafik eziyetine razılar, öyle mi?

-      Arabaya tutkun olmak günümüzün modası. Halbuki gençken tek korkumuz özgür olamamaktı. O zamanların modasıydı, özgürlük düşkünlüğü. Şimdi gençlerin özgürlük diye derdi yok. Onlar herkes gibi olmaktan, sıradan olmaktan korkuyorlar. Kendilerini onunla bununla kıyaslamadan rahat edemiyorlar. Şöyle göz alabildiğince masmavi gökyüzüne veya denize bakıp özgürlüğü koklamak yetmiyor onlara. Onlar gökyüzünde beyaz bulutlar, denizde ise görünür yüzen bir şeyler olsun birbiriyle kıyaslayabilsin istiyorlar. Farkında değiller ama detayda boğuluyorlar.

Anlamamış gibi bakmış olacağım ki yüzüme bakıp gülümsedi.

-      Yani insanlar aynada kendilerini görmektense kaşını gözünü kirpiğini cildini görüyor. Nasıl göründükleri ilgilendirmiyor onları. Üstelik başkalarının nasıl göründüğü ile de fazlasıyla ilgililer. Boşuna mı magazin haberlerine olan bunca talep?

imagescaidbqwrSustu bir süre. Arabanın radyosunu açtı. Yağmur hafiflemiş trafik biraz akmaya başlamış, hastane binası uzaktan görünmüştü. Hanımının durumunu sordum. Yüzü asıldı, kederlendiğini hissettim. Kalp ve akciğer sorunlarına ek olarak her geçen gün unutkanlığının ilerlediğini, kırk yılı aşan birlikteliklerinin en  zor günlerini yaşadığını anlatıp iç çekti. Kimseyi, bazen kendini bile tanımadığından yakındı.

-      Önceleri sözcükleri unutuyordu. Sonra cümle kurmakta zorlanır oldu. Yaşlılık dedik. Yemek yemeği, tuvalete gitmeyi unutmaya başlayınca başımıza geleni anladık.

-      Eşinizi konuda uzmanlaşmış bir hastane veya bakımevine yatırmayı düşünmediniz mi?

-      Söylediler, hep reddettim. Hatta bu yüzden oğlum ile sorun yaşıyorum. Annesine eziyet ettiğimi düşünüyor. Anlatamadım bir türlü. O benim hayat arkadaşım. Mobilya değil ki eskiyince, sıkılınca atıp yenisi alasın. Hani mutfaklarda olur ya, işte o da benim ankastre bir parçam oldu. Böyle olmasını ikimiz de istedik. Görücü usulü evlenmiştik ama ikimiz de birbirimizi hayatlarımıza monte ettik, kenetledik. Tamam yaşlandık, eskidik ama sevgimiz, ankastre özelliğimiz değişmedi ki.

-      Oğlunuz bunu mu anlamadı?

-      Anlamadı, anlamak istemedi. Şimdilerde hayatlar kısa sürede eskitilip yenisi alınan eşyalarla dolu. Dahası insanlar hayatlarının ankastre parçası olabilecek birini görüp tanımaktan korkuyor gibiler. Sudan nedenlerle onca yıllık evliliğini bitirdi oğlum. Neymiş? Heyecan kalmamış, yabancılaşmış. Kendimden sıkıldım diyemiyor da ona buna çamur atıyor.

-      Siz de biliyorsunuz. Eşinizin hastalığı ilerledikçe hafıza kaybı kalıcı olacak, profesyonel bakıma zorunlu olarak gereksinim duyacaksınız.

-      Bana acı gelen de bu. Gün gelip bana yabancı biri gibi bakacak, hayatının parçası olmaktan çıkaracak diye çok korkuyorum. Hani ölse mezarına gider ziyaret edersin. Bilirsin ki o senin içinde yaşıyor. Bu hastalık ölümden beter. Yaşarken ayırıyor insanları.

Eliyle arka koltuktaki eski fotoğraf albümlerini işaret etti. Sonra kolumu tuttu.

-      Unutmasın diye eskiye dair ne varsa ona taşıyorum. Gözüne aşina yeni tanıştığı biri gibi olmaya razıyım. Yeter ki bana yabancı biriymişim gibi bakmasın. Geçen gün taktığım kol düğmelerini hatırlayıp ?bunları evlilik yıl dönümümüzde almıştım? deyince ikimiz de sevinçten ağladık. Görmeliydiniz. 

784228eb1760c46907a70f3f2cc9b321Hastaneye ulaşmıştık. Gökyüzünde açan güneş yağmurun yarattığı kasveti dağıtmıştı. Fotoğraf albümlerini taşımasına yardım ettim. Birlikte servise çıktık. Bir kaç gün sonra taburcu oldular. Hastamız ve eşini bir daha görmedik. Giderken servis hemşiresine emanet ettikleri menekşeler önceleri camın önündeki yerlerini yadırgayıp açmasa da sonradan ortama alıştı. Bulutsuz güz aylarında bu yıl diğerlerine göre sanki daha da keyifle açtılar, çiçeklerini.

 

Dr. Mehmet Uhri

Leave a Reply