Aile ve Hukuk

Adalet ve hukuk kavramını insan, ne zaman tanır?

Hukuk, saç rengi, ten rengi gibi doğuştan edinilen özelliklerden değildir. Belirli bir şaştan sonra aile ortamında ortaya çıkar, gelişir ve insanın sosyokültürel yapısının temelinde yer alır. İnsanoğlu doğuşunda diğer bazı memeli canlılar gibi yeterli olgunluğa ulaşmış halde değildir. Eksik ve yetersiz doğar, insanoğlu. Tanıdığı ilk kavramlar da yoksunluk, eksiklik ve buna bağlı varoluşunu yitirme kaygısı, korkusudur.

 0-1 Yaş döneminde insanoğlu ruhsal anlamda eksiklik, yoksunluk ve yok olma kaygısı ile birlikte özellikle annenin varlığında bütünleşen eksikliklerin giderilmesi, doygunluk kavramlarını tanır ve yine annenin varlığı ile yok olma kaygılarını bilinç altına iter. 0-1 Yaş döneminde insanoğlu eksiklik, yoksunluk yok olma kaygıları ve bu kaygıların giderilmesi ile doygunluk, güven, minnet, şükran hisleri ile donatılır. Ruhsal gelişimin birinci basamağını bu yaş dönemi oluşturur.

1-2 yaş döneminde ise az ve çok kavramlarını, giderek denge kavramını tanır insanoğlu. Eksiklik hissinin, doygunluk hissinin azlığı ya da çokluğu paralelinde dengeyi  tanırız. Yürümenin de bu dönemde başlaması ile denge kavramı pekişir. Artık çocuğun sosyalleşmesi için ortam hazırdır.

2-3 yaş döneminde çocuk kendi ve uzantısı olan annesinin yanı sıra başkalarının da olduğunu daha çok fark eder. Aile ortamına ve sosyal çevresine yönelir. Bu dönemde çocuk aile içinde sevgi ve nefret kavramlarının yanı sıra suç ve ceza kavramlarını da tanır. Yaramazlık, kabahat, suç, ceza ve ödüllendirme bu yaş döneminde öğrenilir. Bu kavramlar ile birlikte hukuk, özellikle birey hukuku kavramı bu yaş döneminde oluşur.

Birey hukuku kavramının temeli ailedir ve 2-3 yaşlarında ve sağlıklı aile ortamında olgunlaşır. Kısaca hukuk, aile ortamında öğrenilen,kazanılan sosyokültürel kavramlardandır. Sosyal ilişkilerin olmazsa olmaz bileşeni olan hukuku var eden yaşatan ve koruyan ailedir.

Birey hukuku, bireyin varlığı ve haklarını koruma altına alan temel insan haklarıdır. Tüm diğer hukuk süreçlerinin çıkış noktası birey hukukudur. Sosyal yapının büyümesi ve gelişmesi ile oluşan diğer toplumsal hukuk süreçleri kaynağını birey hukukundan, eş deyişle aileden alır.

Toplumun bireyi biçimlendirmesini amaçlayan dünya görüşü öncelikle birey hukukuna saldırıp içini boşaltmaya uğraşır. Bireyin toplumu değil toplumun bireyi biçimlendirmesi isteniyorsa en temel hukuk olan birey hukuku kavramının içinin boşaltılması gerekmektedir. Birey hukukunun kaynağı aile olduğuna göre hedef aile olmak zorundadır.

Günümüzün çağdaş ailesi dediğimiz çekirdek aile modelinde, aile banka reklamlarında olduğu gibi tüketimi simgeleyen model olarak tanımlanmaktadır. Aile, kuruluşundan itibaren tüketim sürecinin parçası hatta tüketimin objesi olmaktadır. Örnek gösterilen aile modelinde anne ve baba yoğun iş temposu ile çalışmaktadır. Daha çok tüketebilmek ve tüketimlerini çeşitlendirmek üzerinde ekonomik bir aradalık olarak da tanımlanan aile modelinde çocuk da tüketimin objesi olarak şekillenmektedir. Bu aile modelinde çocuğun 0-1 yaş arası eksiklik, yoksunluk ve kaygılarını doyurmak için anneye olan gereksinimi en çok 2 ay ile sınırlı tutulmakta ve annelerin çalışma ortamlarına geri dönerek çocuklarının doygunluk, minnet ve şükran hislerini tanımasına fırsat verilmemektedir. Böylelikle yaşamlarında hep bir şeylerin eksikliği içinde kıvranan ve bu arayışın tüketime yönelmesiyle daha tüketici olan bireyler ortaya çıkmaktadır. Tüketim toplumunun tohumları böyle yeşermektedir.  

1-2 yaş arası dönemde az ve çok gibi kavramlar ile tanışarak denge kavramına ulaşması gereken çocuk için artık iş daha zordur. Eksiklik özellikle annenin eksikliği ile yerleşen kaygı dengenin doygunluktan ya da çoktan ziyade eksiklik üzerinde şekillenmesine yol açmaktadır.

2-3 yaş döneminde ise çocuklar ya yuva gibi ortamlara bırakılmakta ya da bulundukları sosyal çevrede sahipsiz biçimde sosyalleşmeye terk edilmektedir. Bu durum çocuğun genellikle sevgi ve nefret kavramlarını, suç ve ceza kavramlarını eksik ya da yanlış tanımasına neden olmaktadır. Yuva ortamında belki nefret olmayacaktır ama istenen doygun sevgi de bulunmayacaktır. Yine işlenen suçlar olsa bile ceza verilemeyeceği için adalet duygusu gelişemeyecektir.

Daha eğitimsiz ve sosyoekonomik düzeyi daha düşük ortamlarda yetişen çocuk ise nefreti sevgiye göre daha çok tanıyacaktır. Yine yaptığı pek çok eylem yüzünden cezalandırılacak ve suçluluğu, kendini suçlu hissetmeyi öğrenecektir.

Çağdaş aile modelinde çocuklar adalet ve hukuk kavramlarından uzak, giderek birey hukukunu tanımayan insanlar olarak yetişecektir.

Günümüzde bir kısım gençlerin kendilerini toplum gözünde hep suçlu hissettiklerini ve cezalandırılma kaygısı taşıdıklarını görebildiğimiz gibi bir kısmının ise suç işlese bile ceza almama alışkanlığı ile birey haklarından, temel insan haklarından habersiz, yoksun yaşadığını hepimiz görüyoruz. 

Birey hukukunun kaynağı olan aileyi deforme ederek birey hukuku ve temel insan hakları kavramının içinin boşaltılabilmesi mümkündür ve bunu yaşıyoruz.

Böylelikle çağdaş aile diye ön plana çıkarılan teşvik ve kabul gören yapılanma ile insan hakları, birey hukuku kavramı güçsüzleştirilmekte yerini toplumsal hukuk, kamu hukuku gibi kavramların alması sağlanmaktadır.

Kamu hukuku ise toplumu yönetmek ve yönlendirmek isteyenlerin elinde birey haklarını ezerek ya da dönüştürerek uygulanmaktadır. Bu duruma itiraz edenleri ise toplum düşmanlığı yapmakla tehdit ederek sindirmektedir.

Kapalı toplumlarda bu durum bir dereceye kadar kontrol altında tutulabilir. Ancak açık toplumlarda toplum yeni hukuk reformları ile biçimlendirilerek dönüştürülmeye özellikle çok uluslu şirketler eliyle ve ekonomik krizler yardımıyla kendine, insanına yabancı bir dönüşüme zorlanabilmektedir.

Birey hukukunun, temel insan haklarının yitirilmemesi amacıyla hukukun temel kaynağı olan ailede yaşanan dönüşüm ve yıkımın topluma verdiği hasarı görmek zorundayız. Birey hukuku kavramının içinin boşaltıldığını ve bu nedenle toplumda kabul görmekten çıkarak kamu hukuku kavramı ile karıştırıldığını söylemekten çekinmemeliyiz. Bedenen ve ruhen sağlıklı bireylerin yetişmesi için öncelikle sağlıklı aile yapısına gereksinim olduğu gerçeği gün gibi önümüzde duruyor.

Reklamlarda bize tanıtılan, olmamız istenen ailenin yetiştiğimiz ailelere benzemediğini görmemize karşın insanları daha tüketici daha bağımlı bireylere dönüştürmek uğruna suskun kalmamızı yadırgamakla işe başlayabiliriz. Çağdaş aile diye yutturulmaya çalışılan tüketim objesi çekirdek aile modeli insan gerçeği ile örtüşmüyor. Dede ve nineleri içinde barındıran klasik aile modelinin çocuk gelişiminde, çocuk ruh sağlığındaki önemi günümüzde daha da belirginleşiyor.

Kurmayı düşlediğimiz ya da yaşadığımız aile ortamı yetiştirdiği bireylere doygunluk, minnet şükran hislerini verebiliyor, dengeli bir sosyal yaşam ve adalet duygusu içeriyor mu? Yoksa, o reklamlarda tanıtılan ailenin içinde olmak daha mı cazip görünüyor?

Leave a Reply