Ağlayanı Dövüyorlar

50-kuruay3

Alışmıştık ona, hep bizimleydi. Hastane bahçesinde banklarda yatar soğuk havalarda ise içeride hasta bekleme koltuklarında gecelerdi. Ağarmış saçı sakalı gizlese de genç sayılabilecek yaşlardaydı. Kimseye zararı olmadığı ve pek konuşmadığı için başlangıçta önemsenmemişti. Hasta ve yakınlarına yardımı dokunduğu da oluyordu. Hastane çalışanlarının gözünde hasta yakınlarından farkı yoktu.

Bir akşamüzeri hastane otoparkında arabamın lastiğini değiştirirken tanımıştım, onu. Lastiği sökmeye çabalarken sessizce yanıma yaklaşıp bir süre beni izledi. Bijonları gevşetemediğimi görünce bijon anahtarını elimden alıp yardımcı oldu. Neredeyse hiç konuşmadan lastiği değiştirdik. Teşekkür ettim, hafifçe başını salladı sonra yine konuşmadan arkasını dönüp giderken izleyen hasta yakınlarından iri yarı beyefendi bizimkine para uzattı büfeden sigara alıp gelmesini üstüyle kendisi için de bir şeyler alabileceğini söyledi. Uzatılan parayı almadı ve sanki az önceki konuşma hiç olmamış gibi arkasını dönüp yürümeye başladı. Eli havada kalan adam öfkelendi ?hey sana söylüyorum, duymuyor musun?? diye seslendi. Bizimki durup döndü adama ve elindeki paraya baktı. ?Seni duydum ve yapmak istemiyorum. Biliyorsunuz sigara sağlığa zararlıdır? dedi. Daha da öfkelenen adam ?sen bana ayar mı vermeye kalkıyorsun?? diyerek üzerine yürüyünce araya girdim. Gürültüyü duyan hastane güvenliği ortalığı yatıştırdı. Adam bağıra çağıra söylenerek uzaklaştı. Bizimki ise hiçbir şey olmamış gibi bir süre olanları izledi sonra arkasını dönüp hastane bahçesindeki banklara yöneldi. Güvenliğe kim olduğunu sordum ?O bizim Recep, herkes ona 50 kuruş Recep der. Hastane bahçesinde yatar kalkar hep buradadır. Hasta yakınlarını karşılar tekerlekli sandalye ile gidecekleri kata kadar eşlik eder, aldığı bahşişlerle geçinir. Tarifesi 50 kuruştur, fazlasını almaz. Öyle herkese de hizmet etmez. Biraz değişik adamdır ama kimseye zararı olmamıştır? diye yanıtladı.

50kuruay2Gerçekten de hastane ve çevresinden ayrılmıyor, evi olarak görüyordu. Karşılayıp yardımcı olduğu hasta ve yakınlarından aldığı bahşişlerle geçiniyordu. Gelen giden hastaların bıraktıklarını giyiyor, hatta hastanenin mutfağından ve çamaşırhanesinden de gizliden yardım alıyordu. Görenlerde başlangıçta tedirginlik yaratsa da hırpani bir hali olmadığı, kabalık yapmadığı ve sesi çıkmadığı için genellikle sorun yaşanmıyordu. Bir zaman sonra hastalara refakat edip hastane içinde yol göstermesi güvenlik sorunu olabileceği endişesiyle idarenin kaygılanmasına yol açmıştı. Birkaç kez polis zoruyla hastaneden uzaklaştırmış ancak o yine geri dönmüştü.

Bir nöbet akşamı onu acil servisin önünde bankta otururken gördüm. Bankın diğer ucuna ilişip elimdeki simiti ikiye bölüp yarısını ona uzattım. İtiraz etmedi. Aldığı simitin ucunu koparıp ayağının dibindeki tekir kediyle paylaştı. Konuşturmaya çalıştım ama kafasını önüne eğip simitini yedi, cevap vermedi. Acil servisin önü kalabalıktı. Birkaç saat önce ağaçtan düştüğü için getirilen afacan oğlan çocuğu tıbbi müdahalesi yapılıp taburcu edilmişti. Çocuğunu almaya gelen baba acil servisten çıkar çıkmaz herkesin gözü önünde oğlunu pataklamaya başladı. ?Bir daha yapacak mısın? Sana kaç kere söyledim. Ne işin var ağacın tepesinde?? diye bağırıyor bir yandan da tokatlıyordu. Herkesin şaşkın bakışları arasında bizim Recep hızla yanlarına gidip araya girdi ve adamın ellerini tutarak çocuğu dövmesine engel oldu. Çocuk ise yaşadıklarının etkisiyle ağlıyordu, çok korkmuştu. Engel olunmasına hiddetlenen baba ise bu kez bizimkinin yakasına yapıştı. Birileri araya girene kadar yediği yumruk ve tokatlara karşılık vermedi. Babanın öfkesi ise sürüyordu. Bizimki ağlamayı sürdüren çocuğun önünde durup dizlerinin üzerine çöktü ve boynuna sarıldı. ?Ağlama, sakın ağlama. Bu ülkede ağlayanı dövüyorlar. Korksan da ağlama? dedi. Yaşananların polise yansıması üzerine gelen ekip arabası bizim Recep?i alıp götürdü. O günden sonra 50 kuruş Recep?i bir süre göremedik. Olaydan birkaç hafta sonra hastane bahçesinde görünce yanına gittim. Sağ gözünün çevresi morarmış, alt dudağına dikiş atılmıştı. Yine bankın ucuna oturup elimdeki simitin yarısını uzattım. İtiraz etmedi, sağa sola bakınıp hastane kedilerini arandı. Bulamayınca kısık sesle teşekkür etti.

- Hep buradasın. Gidecek yerin, kimin kimsen yok mu?

- Ben hep buradaydım. Sizler sonradan geldiniz. Beni burada bulmuşlar. Bulduklarında bebekmişim. Burası eskiden şehrin çöplüğüydü. Beni bulan aile aynı dönemde askerde kaybettikleri oğullarının adını verip sahiplenmese belki hiç yaşayamayacaktım. Burada büyüdüm. Derme çatma kulübemiz vardı, onlar yıktı biz yaptık. Gün geldi çöplük kapatıldı. Beni büyütenler gitti, beni buraya bırakan gün gelir aklına düşer ararsa bulsun istedim, gidemedim. Sonra bu hastane inşaatı başladı, ben yine buradaydım. İnşaatta iş verdiler ama yapamadım, yapmak istemedim. Aralarına giremedim.

- Nerede yatıp kalktın?

- Nerede olursa. Kaba inşaat bitene kadar yolun öte yanındaki mezarlıktaydım. İnşaat bitip hastalar gelmeye başlayınca onları gördüm. Benim gibi kenarda yaşayan sesini çıkarmaya korkan o insanları gördüm. Elimden geldiğince yakın durmak, yardım etmek istedim. Anlayacağın, çöplüğün kedileri gibi ben de gidemedim.

Ayağının dibine gelen sarılı siyahlı kediye baktı bir süre. Elindeki simitin kalanını küçük parçalara ayırıp yere bıraktı. Bunu gören tekir kedi de simitten sebeplenmek için diğerinin yanına geldi. Birbirlerine dalaşmadan simit parçalarını yediler. Yüzünün gözünün halini sordum sustu, cevap vermedi.

- O gece karakola aldıklarında mı yaptılar, orada mı dövdüler?

- Susamıştım. Su istedim vermediler. Ben de sustum, onların istediklerini yapmadım, verdikleri yemeği de hak etmediğimi düşünerek yemedim. Nedense çok kızdılar, bana. Zorla yedirmeye bile çalıştılar. Ama hiç ağlamadım. Sustum sesimi çıkarmadım. Kızdılar bana, çok dövdüler, ağlamadım. Dudağım yarılınca şehrin öte yanındaki bir hastaneye götürüp dikiş attırdılar sonra orada bıraktılar. Buraya dönmemin yasak olduğunu söylediler, dinlemedim. Şehrin ne kadar büyük olduğunu buraya dönerken anladım. Dönerken insanları gördüm. Korktum. Sonra bazılarını kendime benzettim, yardım istedim geri çevirmediler. Zor oldu ama geldim işte.

- Hoş geldin de, hani bir iş bulup çalışsan, sana ait bir hayatın olsun istemez misin?

- Bana 50 kuruş Recep diyorlar. Kimseye borcum yok. Dahası birilerinin bana her daim 50 kuruş borcu olduğunu biliyorum. Eh, 50 kuruşluk olsa da bu benim hayatım. Nasıl başladıysa artık?

50-kuruay1Bu sözleri biraz içerleyerek söylemişti. Daha da konuşmadı. Yanından ayrılırken kucağına aldığı sarılı siyahlı kediyi seviyordu.

Kimseye zararı olmasa da idarenin Recep konusundaki tedirginliği sürüyordu. Onca yolu dönüp gelmiş olması da işin inada bindiği olarak yorumlanmıştı. Birkaç hafta sonra Recep?in herhangi bir olaya karışmadığı halde gece vakti polisler tarafından götürüldüğünü öğrendik. O günden sonra 50 kuruş Recep?i gören olmadı. Hapse atıldığı veya il dışına gönderildiği gibi söylentiler olsa da hakkında sağlıklı bilgi alamadık. Yokluğunda emaneti saydığımız hastane bahçesinin kedilerini beslemeyi sürdürdük. Zaman geçtikçe 50 kuruş Recep?i hatırlayıp soran, selam eden günden güne azalsa da devam ediyor. 50 kuruş Recep hep bizimleydi, alışmıştık ona.

Dr. Mehmet Uhri

2 Responses to “Ağlayanı Dövüyorlar”

  1. melda diyor ki:

    snıııf…. Çok güzel çok hüzünlü.

  2. Naile Kalender dr. diyor ki:

    içim acıyarak okudum,sanki Recep için bir şeyler yapabilirmişim gibi geldi..

Leave a Reply