Archive for Ekim, 2017

Bugün gencecik 3 hekim intihar etti.  

Pazartesi, Ekim 30th, 2017

doktor11

Bugün 28 Eylül 2023.

Bugün gencecik üç hekim intihar etti.

Yaklaşmakta olduğunu gördüğümüz, olmasından ürktüğümüz ancak çaresizce beklediğimiz, bu değil miydi?

Günden güne artan intiharlar ve intihar haberlerinin neredeyse sıradanlaştığı bir gündeme hızlıca yuvarlanıverdik. Durum o kadar ayyuka çıktı ki; intihar edenler toplumun yetişmesi için kaynaklarını aktardığı, ailelerinin üstlerine titrediği, gecesiyle gündüzüyle çok zor bir eğitimden geçip yetişen doktorlar olmaya başlayınca mızrak çuvala sığmaz oldu.

Doktorlar intihar ediyor.

Hem de umut dolu bir gelecek için yıllarını verdiği zorlu sınavlar ve eğitimlerden geçtikten sonra tükenmişlik içinde hayatlarından vaz geçiyorlar. Üstelik bu durum henüz sadece buz dağının görünen yüzünü işaret ediyor.

Farkında mısınız? Canlarımızı, hayatına kıymayı düşünecek kadar tükenmişlik yaşayan veya eyleme kalkışmaya cesaret edemeyen o bezgin hekimlere emanet ediyoruz.

Ülkenin geleceği olan insanların, ülkenin yarınlarının böylesine tükenmişlik içinde hayattan kolayca vaz geçebilmelerini sağlayan ortamın sorumlusu hepimiziz. Geleceğimiz ölürken sesini çıkarmadan öylece durup “Ben ne yapabilirim ki?” şaşkınlığı içinde duranlar da dahil olmak üzere hepimiz bu akıl tutulmasının sorumlusuyuz.

Dahası, intihar eğilimi hekimlerle sınırlı da değil.

Toplumun geneline yayılan ve istatistiklere de yansıyan intihar olayları biraz da dini nedenlerle kısa sürede örtbas edilmeye çalışılmasa sorunun kontrol edilebilir boyutları aşmakta olduğu daha net görülecek.

Sosyologların “Anomi” olarak tarif ettiği ve insanları bir arada tutan ortak değerlerin yitirilmesi biçiminde tanımlanan bir toplumsal hastalığa tutulduğumuzun çoğumuz farkındayız. İyi kötü bizleri bir arada tutan “eşitlik, özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, insan onuruna saygı” gibi insanlığın ortak aklının ürünü kavramlarda bile uzlaşamadığımızı görmek zorundayız.

Anomi yaşanan toplumlarda intihar salgınlarının kaçınılmaz olduğunu bilen ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanları ise bir süredir böyle bir salgına hazırlıklı olunması konusunda seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. Halk sağlığı yasası olmasına karşın yıllardır mecliste görüşülmeyi bekleyen ancak türlü saiklerle gündeme gelmeyen ruh sağlığı yasası olmayan bir toplum olmanın utancı hepimize yeter.

Canlarımızı emanet ettiğimiz gencecik hekimlere tutunacak ortak değer bırakmayıp tükenmişliğe umutsuzluğa, çaresizliğe, hayatlarından vaz geçmeye iten ortamın sorumlusu hepimiziz.

Toplumu bir arada tutan ortak değerlerden uzaklaştıkça anomi girdabının şiddetleneceğini ve ülkenin geleceği olan eğitimli insanları da içine alıp kitlesel bir tükenişe gitmekte olduğumuzu görebilmek ve bir şeyler yapmak için geç kalmadığımızı umuyorum.

Bugün 28 Eylül 2023.

Bugün gencecik 3 hekim intihar etti.

Dr. Mehmet Uhri

Not: Bu metin ilk kez 30 Ekim 2017′de benzer bir haber nedeniyle kaleme alınmıştır.

Başın Öne Eğilmesin

Pazar, Ekim 22nd, 2017

f309aa179a

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olayları günden güne arttıkça münferit olmaktan çıkıp haber değeri bile taşımaz oldu. Konu o kadar sıradanlaştı ki sağlık çalışanlarının dövüş eğitimi almaya başlamasının daha çok haber değeri taşıdığına şahit oluyoruz. Hekimler ise başını ellerinin arasına alıp kara kara kendilerini bu şiddet sarmalından nasıl koruyabileceklerini düşünüyor. Şiddeti önleyebilmek için hastane girişlerine arama cihazlarının konulması, polisiye önlemlerin arttırılması tartışılıyor. Meslek örgütleri her seferinde şiddet mağdurlarına destek verip ses çıkarsa da kamuoyunda ilgi ve duyarlılık günden güne azalıyor.  Hastalığın gerçek nedenini araştırmak yerine semptomları tedavi etmeye çalışmanın bir işe yaramayacağı ve sorunu daha da büyüteceği gün gibi ortadayken polisiye önlemlerin çözüm olmayacağını da görmek zorundayız.

Hasta ve yakınlarının sağlık sistemine güven duymamaları ve yaşanan aksiliklerin sorumlusu olarak karşılarındaki sağlık çalışanını görme eğilimi, hekimlerin de hastalarını olası tehdit unsuru olarak görüyor olması kısır döngüye dönüşüp şiddet sarmalını besliyor.

Peki ne oldu ve nasıl oldu da sağlık çalışanları böylesi bir güven yitimine uğradı? Sağlık sisteminde yaşanan her türlü aksiliğin sorumlusu olarak görülmeye başlandı?

Şiddet özünde bir iletişim biçimi olarak kabul edilir. Genellikle sözle anlaşılamayan noktada gücü olanın sözünü dinletme çabası biçiminde ortaya çıkar. Yaşananlara öfkeyi ifade etmek amacıyla başvurulan bir cezalandırma biçimi olarak görüldüğünde de özünde yine bir iletişimsizlik yatmaktadır.

Bilindiği gibi meslekler kimliklerimizdir. Sosyalleşmemizi gerçekleştirirken kimliklerimizi kullanırız. Evde anne veya baba olur, sokakta komşu, yolda yolcu, iş ortamında ise mesleğimizin gerektirdiği sosyal rollerimizle yaşarız. Üstlendiğimiz bu sosyal rollerin gerektirdiği bilgi birikimi, ahlak ve sorumluluk bilinci ile davrandığımızda o rolün hakkını verir ve kendimizi iyi hissederiz.

Büründüğümüz sosyal rollerin de toplum içinde edindiği değerler farklıdır. Felsefi anlamda başlangıcından beri bir adanışı gerektirdiği, kendini geri çekip başkalarının sağlığına odaklanma üzerine kurulduğu için hekimlik tüm toplumlarda saygınlığı yüksek mesleklerdendir. Sosyolojik olarak her sosyal rolün ekonomik ve psikolojik olmak üzere iki değeri olduğu kabul edilir. Sözgelimi işgücüne gereksinim duyulan kırsal topluluklarda çocuğun iş gücü ve gelecek sigortası anlamında ekonomik değeri psikolojik değerinden fazladır. Bu nedenle baba kimliği ekonomik değerleri öne alarak daha baskıcı ve ruhsal tatminden uzak olarak şekillenir. Şehir ortamında ise roller tersine döner.

Hekimlik mesleğinin ise psikolojik değeri geçtiğimiz yüzyıla kadar ekonomik değerinin hep önündeydi. Herhangi bir sosyal ortamda doğumunu gerçekleştirdiğiniz bir çocuğun elinizi öpmesi, hastanızın yanınıza gelip sizi saygıyla selamlaması ekonomik değer taşımasa da mesleki tatmin açısından hayli doyurucu olabilmekteydi. Örnekler çoğaltılabilir.

19. yüzyılda kolonyalizmden sonra küresel piyasa sisteminin yeni pazar arayışları, olmayan pazarların yaratılması ve piyasalaştırılması biçiminde bir çözüm üretti. Devletin temel görevlerinden kabul edilen eğitim ve güvenlik hizmetlerinin piyasalaşması ile başlayan süreç geçtiğimiz yüzyılın sonuna doğru sağlığın piyasalaşması ile devam etti. Görünen o ki; yakın bir gelecekte hukuk sisteminin piyasalaşmasına da şahit olacağız.

Sağlık sisteminin piyasalaşması verimlilik, kar, sürdürülebilirlik, kalite, maksimizasyon, rekabet, inovasyon gibi pek çok öncülün sağlık sistemine yerleşip mesleğin biçim değiştirmesine yol açtı. Bu dönüşümün sağlık hizmet kalitesinin standardizasyonu, kalite ilkelerinin uygulanması, hizmetin yaygınlık ve etkinlik kazanması şeklinde olumlu sonuçları olmasına karşın mesleğin ekonomik değerinin psikolojik değerinin önüne geçmesi gibi bir sonucu daha oldu. Hekimler çalıştığı kurumun marka değeri, kazandırdığı meblağ ve bunun üzerinden kazanç elde etme şeklinde yeni bir mesleki yapılanma içine itildi. Mesleğin ekonomik değeri ön plana çıktıkça hekimlerin kendi aralarında ekonomik rekabetinin arttığı, maddi değerlerin daha çok konuşulduğu yeni bir döneme girildi.

12982Hekimlik mesleği psikolojik anlamda tatmin edici olmaktan uzaklaşıp ekonomik rekabet ortamına itildikçe, bir başka deyişle felsefesinde yatan insana ? hastaya adanmışlık yerini kuruma, patrona adanmışlığa bıraktıkça toplumun gözünde de değerini yitirmeye başladı. Sağlık çalışanlarına yönelik giderek artan şiddetin arka planında, insanların canını emanet ettiği hekime kuşkuyla bakmasının yattığını da görmek zorundayız.

Bu şartlar altında geleneksel hekimlik değerleri öğretilerek mezun olan hekimler kendilerini o değerlere çok uzak bir piyasanın ortasında buldular. Hastaları üzerinden kuruma para kazandıran, kazandırdığı paraya göre değer görüp maaş alan, hastaya ? insana dair öncüllerin yerine piyasa öncüllerini kullanması beklenen bir cendereye sokuldular. Uyum gösterip oyunu bu yeni kurallara göre oynamayı başaranların yıldızının parladığına, geleneksel değerler ile hekimlik yapmaya direnenlerin cezalandırıldığına da şahit oldular.

Dahası sağlık kuruluşlarının yöneticileri de piyasanın gerektirdiği verimlilik, kalite, kar, rekabet, sürdürülebilirlik, inovasyon beklentilerine hizmet edecek biçimde ?ciro? odaklı karneler ile denetlenir oldular. Bu şartlar altında hastalar kendi sırtlarından sisteme para kazandırmaya çalışan hekimlerine güven duymamaya başladılar. Sosyal güvenlik sistemlerini iflasa sürükleyen sağlık faturalarına karşılık toplumun daha sağlıklı olamaması da bu güvensizliği arttırdı.

Sağlık piyasasının büyük sermayenin kontrolüne girmesiyle hekimler sağlık sisteminde söz sahibi olma özelliklerini de yitirdiler. Sağlık politikaları üzerinden seslerini duyurmaya çalışsalar da dinleyen olmadı. Tüm bunlara karşın piyasalaşan sağlık ortamında yaşanan her türlü sorunun muhatabı olarak görülmeye devam edildi.

Piyasalaşan sağlık ortamının getirdiği karşılıklı güvensizlik sarmalının hekim ile hasta arasındaki iletişimi kopardığını ve bir diğer iletişim biçimi olan şiddeti körükleyeceğini görmek için kahin olmaya gerek yok. Dahası, alternatif tıp yöntemlerinin toplumca giderek daha çok kabul görüp talep ediliyor olmasının altında da hekimler üzerinden sağlık sistemine olan güven azalmasının yattığını görmek zorundayız.

Üstelik daha yolun başındayız. Sağlık piyasası büyümeye ve karlılığını arttırmaya devam ettikçe hasta ile hekim arasındaki güvensizlik kısır döngüsünün kırılması zor görünüyor. Ancak doğa kurallarına aykırı olan bu durumun çok gitmeyeceğinin de farkında olmak gerekiyor. Sağlık sisteminin bu haliyle daha da kaotik bir ortama doğru gitmekte olduğunu haykırmaya çalışan hekim meslek örgütleri karşılıklı güvensizlik iklimini kırıp hasta ve hasta yakınlarını yanlarına almak zorundadır. Bunun için yaşanan şiddet sarmalına rağmen sağlık çalışanları ile hasta ve yakınları arasındaki iletişim kanallarının açık kalmasını sağlamak, umutları canlı tutmak için iyi bir başlangıç olacaktır.

22Sağlığın paraya tedavül edilemeyecek bir değer olduğunda uzlaşılıp sermayenin kar hırsı gün gelip sınırlandığında, olasıdır ki sağlık piyasası sermaye için karlı olmaktan çıkacaktır. İşte o zaman enkazı kaldırabilme ve karşılıklı güveni yeniden sağlamada sağlık çalışanları ile toplum arasındaki iletişim kanalları büyük önem taşıyacaktır.

Sağlık meslek örgütleri, sağlığın piyasalaşmasının kimseye yarar getirmeyeceğini, artan sağlık faturalarına karşılık toplumun daha sağlıklı olmasının sağlanamayacağını, şiddet ve alternatif arayışlar başta olmak üzere pek çok yeni sorun doğuracağını yıllardır haykırıyor. Teşhis yanlış olunca tedavinin yararı olmayacağını hepimiz biliyoruz. Sağlık alanında artan şiddet olayları için alınması istenen güvenlik önlemleri ve polisiye yaptırımların güvensizlik kısır döngüsünü besleyerek sağlık çalışanlarını toplumdan daha da uzaklaştırabileceğini görmek zorundayız.

Bu hastalıktan sağlık çalışanları ile, hasta ve hasta yakınlarının el ele verip sağlığın piyasaya terk edilemeyecek bir insan hakkı olduğu konusunda seslerini duyurmaya başlamasıyla kurtulabileceğimizi düşünüyorum.

Dr. Mehmet Uhri

Heves Kuşu

Perşembe, Ekim 5th, 2017

img_9555

Hastamız 70′li yaşların ortalarında hiç okula gitmemiş bir köy kadınıydı.

Yaşına göre dinç görünse de ilerlemiş yaşın getirdiği sorunlara eklem ağrıları da eşlik ediyor, hareket etmede zorlanıyordu. Çocukları annelerinin üzerine titriyor, her gece sırayla hastanede yanında kalıyorlardı. Hastamız ise onca rahatsızlığına karşın hastanede kalmak istemiyor, “beni köyüme götürün” diye söyleniyordu.

İlk izlenimlerimiz aksi, nemrut ve inatçı ihtiyarlardan olduğu yönündeydi. Ancak gülen yüzü ve sakin tavırlarıyla kısa sürede hepimizi tavlamayı başardı. Hastane kuralları ona göre değildi. Yatağında durmuyor, kendini iyi hissettiği zamanlarda odasını terk edip hastane içinde gezinmesi sorun oluyordu. Geceleri nöbetçi hemşirelerle muhabbet ettiklerini, yemek tarifleri verip hatta uygun olan durumlarda yemek bile yaptıklarını sonradan öğrendik. O küçücük hemşire odasında elektrik ocağında kaynattıkları sütten yoğurt mayalayıp ertesi gün servis çalışanlarına ikram ettiklerine de şahit olduk.

Midesine dokunduğunu söyleyip hastane yemeğini yemiyor, çocuklarının dışarıdan getirttiği lokanta işi yemekleri de beğenmiyordu. Hastane bahçesinden topladığı otları kaynatıp hazırladığı yoğurtla yediğini de çok sonra öğrenecektik.

Hastane kurallarına uymaması sorun olsa da bir şekilde kendini sevdirmişti.

O akşamüstü kalp çarpıntısı ve tansiyon sorunu yaşayınca monitöre bağlayıp serum vermek zorunda kalınmıştı. Bu durum yatağa bağlı kalmasını gerektiriyordu. Tüm bunlardan, o nöbet akşamı hastamızın kendini biraz iyi hissedince kalkmak istediğini söyleyip serumunu çıkarmaya çalışması ve servis hemşiresinin yardım istemesi ile haberim oldu. Yanına gittiğimde yatağında doğrulup “Ben iyiyim, çocuklara söz verdim, kalkmam gerek” diyerek ellerime sarıldı.

Meğer bizimki karşı koridordaki çocuk kliniğine de arada gider, hatta akşamları yatmadan önce çocukları oyun odasında toplayıp masal anlatırmış. O gece de çocuklara masal için söz vermiş. Tansiyon ve nabzı normale dönmüştü. Gerçekten de durumu stabil görünüyordu. Gerekli önlemleri alarak birlikte gitmek ve çok da uzatmamak şartıyla karşı koridora geçtik. Kızı da bizimle birlikte geldi. Gerçekten çocuklar, anneleri ile birlikte oyun odasında masalcı nineyi bekliyorlardı.

Anlattığı masal, kuşların liderlerini aramak için yola koyulmalarını, gelip geçtikleri yerleri ve bu sırada başlarından geçenleri anlatan bilindik bir destandan uyarlanmış görünüyordu. Çok da güzel anlatıyor, jest ve mimiklerle ilgiyi üzerinde tutmayı başarıyordu. Masal bitip çocuklar anneleri ile odalarına çekilince o kızının kolunda, birlikte servise doğru yürümeye başladık. Yorgun olmasına karşın yüzü yine gülüyordu.

- Bu masalı nereden biliyorsunuz? Bildiğim kadarıyla okumanız yazmanız da yok.

- Anneannem anlatırdı. Daha doğrusu bizim aile içinde hep anlatılan bir masaldır. Ben de fırsat buldukça anlatırım. Masallar anlatıldıkça yaşarmış. Anlatmak lazım.

Odasına vardığımızda yorgunluğu hissediliyordu. Tekrar monitöre bağlayıp serum takmamıza ses çıkarmadı. Kızı yastığını düzeltirken “Bu benim en küçük kızım, tekne kazıntısı dediklerinden. Çok duygusaldır, masal dinlerken bile ağlayıverir. Evlenemediği için mi yanımda kaldı, yoksa beni bırakmamak için mi evlenmedi bilemedim doğrusu” deyince kızı “Aman anne, başlama yine” diye söylendi. Utanıp yanaklarının kızarmış olduğunu görünce annesi “Mahcup kuşum benim” diyerek kızına sarıldı.

- Doktor bey, daha çok kalacak mıyım? Köyüme dönmek istiyorum, bırakmıyorlar.

- Yaş ilerleyip beden yaşlanınca kolay değil. Bir yer iyileşse öbür taraf bozuluyor. Anlaşılan, bir süre daha buradasın. Hem ne edeceksin köy yerinde? Orada doktoru nereden bulacaksın?

- Biliyorum ama, yine de heves işte. Hani az önce çocuklara anlattığım masalda geçen kuşlar var ya; onlar aslında hepimizin içinde yaşıyor. Zaman içinde bir bir ölseler de bazıları hayatta kalmayı başarıyor. Benim heves kuşum ölmedi. Diğerleri pek eşlik etmeseler de yaşama hevesim hala uçmak istiyor.

- Sana eşlik etmeyen, yani içinde olup da artık yaşamayan kuşlar hangileri?

- Yaş kemale erince insan ilk önce mahcup kuşunu yitiriyor, el âlemi umursamaz oluveriyorsun. Hayal, hayret, tereddüt ve kaygı kuşları da çok dayanmıyor. Hayal kurmadığın gibi gereksiz kaygılardan da kurtuluyor, görüp geçirdikçe hayret etmemeyi öğreniyorsun. Tereddüt etmeden bildiğin gibi yaşıyorsun. Sağlığından gayrı kaygı duymaz oluyorsun. O yüzden doktorlar hariç kimseye eyvallahın olmuyor, çocuklarına bile.

- İyiymiş.

- Bunlar iyi yanları. Ama içinde yaşayan diğer kuşlardan ayrılmak veya onları yaşatmaya uğraşmak hiç kolay değil.

- Hangileri onlar?

Azad kuşu ısrar kuşundan önce ölürse sana yapılan kötülükleri affetmen hiç kolay olmuyor. Kimseyi azat edemiyor, affetmiyorsun. Ve ne yazık ki azat kuşu vefa kuşu ile birlikte hep erken ölenlerden.

- Geriye ne kalıyor?

Korku kuşu, hatıra kuşu ile birlikte ölene kadar seninle yaşıyor. Bilirsin, yaşlandıkça hayat kısa görünmeye, günler birbirine benzemeye başlıyor. O zaman hatıra kuşunu izliyorum. O kanat çırptıkça geçmişi hatırlıyor, oyalanıyorum. Ha bir de yaşlanınca huyu değişir, aksi olur derler ya insanlar için; sevgi ve şefkat kuşları ölenler için söylerler bunu. İçimdeki sevgi ve şefkat kuşlarının yaşıyor olmasını çocuklarımın varlığına borçlu olduğumu düşünüyorum. Hissettiğim kadarıyla arzu ve sevinç kuşları can çekişse de yaşamaya çabalıyor içimde.

- Yani?

- Yani içimde hangi kuşlar hayatta kaldı çok emin olmasam da heves kuşunun yaşadığını ve o kanat çırptıkça yaşama heyecanımın ayakta olduğunu söyleyebilirim. Çocuklara masal anlatacağım diye heves ettim, içimdeki heves kuşu kanatlarını öyle bir çırptı ki az daha yataktan kalkamayacaktım. Allah sizlerden razı olsun doktor bey oğlum.

img_9916

O gece onları ana kız baş başa bırakıp yanlarından ayrıldım. Odama dönüp hastamızın kendince çözümlediği içimizdeki kuşları unutmadan not alma telaşındaydım. Sanırım içimdeki heves kuşu da heyecanıma eşlik ediyordu.

Hastamız birkaç gün sonra taburcu olup köyüne gitse de çok duramayıp tekrar misafirimiz oldu. Fırsattan yararlanıp çocuklara bir kez daha kuşların masalını anlattı. Taburcu olduktan sonra kızıyla birlikte şehirde kaldıklarını ara sıra kızının uğrayıp kullandığı ilaçları reçete ettirdiğini biliyoruz.

Bir zamanlar köyünde çektirip hediye ettiği güler yüzlü fotoğrafı da hemşire hanımların odasındaki mantar panoda yemek tarifleri ile birlikte asılı duruyor.

Hastamız uzun süredir görünmese de içindeki heves kuşu kanat çırptıkça yine boş durmuyor, birilerine içimizdeki kuşları ve o kuşların masalını aktarıyordur diye düşünüyorum.

Dr. Mehmet UHRİ

Not: Bu anlatının video kaydına aşağıdaki HEVES KUŞU VİDEO linkine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

HEVES KUŞU VİDEO