Archive for Haziran, 2014

Her Evin Kedisi

Pazartesi, Haziran 23rd, 2014

dsc08564

Sayın okuyucu bu anlatıya ait kısa bir video kaydına HER EVİN KEDİSİ linkine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

“Nerelisin?” diye sorduğumda eliyle kaldırım taşlarını işaret edip biraz da sitayişle “Buralı, bu mahalleliyim, aha bu taşlar gibi ben de buranın parçasıyım” diye yanıtladı.

Yağmurun etkisiyle kilitlenen sahil yolu trafiği pes ettirmiş, Cankurtaran’ın ara sokaklarında bulduğum ilk boş yere park edip beklemeyi seçmiştim. Tarihi yarımadanın görece tenha sokaklarından birinde kaldırım kenarındaki mütevazı çay ocağına önünde tabureye oturup trafik açılana kadar gazete okuyup vakit geçirme kararındaydım.

O ise; koltuğunun altına sıkıştırdığı darbukasını çala söyleye köşeden belirdi. Koyu renk takım elbise rugan ayakkabılar ile programa gider gibi görünse de gelip taburelerden birine oturdu ve çalıp söylemeye devam etti. Beraberinde boz tüylü irice köpek de gelip ayağının dibine uzandı. Çalıp söylemeye ara verdiğinde nereli olduğunu sorunca inceden sitem edercesine az önceki yanıtı vermiş, kaldırım taşları kadar mahalleli olduğunu vurgulamıştı. Çevresindekiler de başlarını sallayarak yanıtı onaylamıştı.

Mahallenin ortasında elinde darbukası ile şarkılar söyleyen rugan ayakkabılı adama gelen geçenin de eşlik etmesiyle ortalık kısa sürede şenlik yerine dönmüştü. Başka bir mekan veya zaman olsa mahallenin delisi filan diye düşünüp bulaşmamayı seçecekler için hayli şaşırtıcı olan bu durum olanca gerçekliğiyle kendi mecrasında akıyordu. Yağmur durmuş olsa da benim gibi trafikten bezip kontak kapatan taksicilerin de gelmesiyle çay ocağı yükünü aldı.

Bizimki ise ondan bundan aldığı bahşişlerle çalıp söylemeyi sürdürüyor, gelen bir tabure alıp oturuyor çayını yudumlayıp ayine eşlik ediyordu.

Kahveci çayımı tazelerken “anlaşılan buraların yabancısısın, bizler gibi pek sokak kedisi havan da yok. Hayırdır?” diye takılınca trafik mağduru olduğumu açıklama gereği duydum. Az sonra çay ocağının kıdemlilerinden olduğu anlaşılan iri kıyım yaşlıca beyefendi de gelip taburelerden birine oturdu. Elindeki poşeti masaya yayıp “yengeniz bugün börek yapmış, hadi buyrun soğutmayın”? diyerek oradakilere ikram etti. Paket küçük görünse de öyle bereketli çıktı ki köpek dahil herkes börekten nasiplendi.

dsc08582

Günlerin sıradanlığı içinde koşuşturmada geçen zaman, orada durmuş gibiydi. Şehrin gerçeğinden uzakta başka bir gerçekliğe yuvarlanmış gibiydim. Üstelik her şehirli gibi yaşadığı hayatın gerçekliğinden şüphe etmeyi aklından bile geçirmeyen biri olarak bulunduğum mekan ve insanların gerçekliği karşısında kendimi ezik hissetmeye başlamıştım.

Kahveci sokak kedisine benzemediğim için inceden acımış, istememiş olsam da “bu benden olsun” diyerek bir çay daha bırakmıştı. Sonuçta işten evine gitme telaşındaki herhangi bir şehirliden farkım yoktu. Oradakiler için ise sokakta kalmış olmanın tedirginliğini yaşayan sıradan biriydim. Bıyık altından gülüyor, bir yandan da darbukacının şarkılarına eşlik ediyorlardı.

Akşamın karanlığı çöktükçe yağmurun getirdiği serinlik giderek daha da hissedilir oldu. Önce darbukacı ve köpeği hayırlı işler dileyerek çala söyle ayrıldılar. Sonra taksiciler trafiğin akmaya başladığını görüp birer birer eksildiler. Böylesine gerçek bir ortamda oyuncudan çok seyirci kaldığım için kendimi saymazsam geride kahveci ile az önce evden getirdiği böreği dağıtan yaşlı beyefendi kalmıştı.

Kahveci ile beyefendi mahallenin sorunlarından, ölen kalandan konuşuyor, gelip geçerken laf atanlara cevap yetiştiriyor, selam verenlere muhakkak ayağa kalkıp sağ ellerini kalplerinin üzerine götürüp içten selam yolluyorlardı. Çaycının davetini fırsat bilip tabureyi yanlarına çektim. Konuşmalarının bitmesini bekleyip çaycıya az önceki sokak kedisi takılmasını anlamadığımı söyleyip açıklama istedim. Alınmış olduğumu düşünüp yüzü asıldı.

- Alınasın diye söylememiştim. Burası böyledir. Burada herkes sokak kedisidir. Evlerine girmez mahalleye teslim ederler kendini. Alıştığın, bildiğin şehirden ötedir burası. Senin gibi işi gücü olan şehirliler ise ev kedisidir. Sokakta tedirgin olurlar. Alışveriş merkezlerini sizler gibi sokaktan tedirgin olanlar için inşa ettiklerini düşünürüz. Baktım kenarda pek tedirgin duruyorsun az takılayım dedim. Kusura bakma.

Cevap vermeyip gülümseyince alınganlık göstermediğimi anlayan yaşlı beyefendi az önce bana da ikram ettikleri ev yapımı böreğin tabakta kalanlarını işaret edip “Burası yüzlerce yıllık belki daha da eski bir mahalledir. Evde börek yaparsın mahalleye kokusu yayılır, tek başına yemeğe kalksan boğazından geçmez. Hadi yedin diyelim mahalleli olmayınca konuşacak insan da bulamazsın. Ev kedileri bile sokakta yaşar bu mahallede. Onlar her evin kedisidir.” Dedi.

Darbukacıyı sordum. İkisi de birbirine bakıp boş ver dercesine ellerini salladılar. Sonra kahveci anlatmaya başladı.

- Herkesten çok buralıdır. Derme çatma bir göz evi vardır ama kılığı kıyafeti her daim düzgündür. Sokak düğünlerinin vazgeçilmezidir. Orijinal adamdır. Ama adamdır. Benzerini bulamazsın. Köpeği gibi kendi de buralardan uzaklaşmaz. Kimi kimsesi yoktur. İki gün görmesek mahalleli gider evine bakar, yemek çorba filan götürür. Yüreği ile yaşar, yüreği ile söyler. Çok para verip şarkı okutamazsın. Şarkılarını sürdürmek için yanına erip onun gibi tabureye oturmanı bekler.  Orijinaldir işte.

- Peki ya bu çay ocağı?

- Ne olmuş ocağa?

- Hep burada mıydı?

- Eskiden kimin evinde çay varsa çıkarır mahalleliye dağıtırdı. Sonra buralar karıştı. Şehir girdi aramıza. Baktık sokak muhabbetine zabıta laf ediyor evlerden birinin altını dükkana çevirip bu çay ocağını açtık. Parasından değil. Rahat bıraksınlar yeter.

- Taksiciler de uğruyor, gördüğüm kadarıyla.

- Eee onlar şehrin azgın kedileri. Gitmedikleri yer yok. Dönüp dolaşıp gelecekleri sokak olarak burası onlara iyi geldi. Arabalarından da ayrılmazlar,  göz önünde olsun isterler. Onların işi de zor. Tutunup tanındıkları bir yer diye  burayı sahipleniverdiler. Eskiden akşam karanlığı çökünce ocağı kapatırdım. Taksiciler yüzünden daha geç kapatıyorum.

- Evde bekleyen yok mu?

- Anlamadın değil mi? Bizler de her evin kedisiyiz. Sana göre sokak kedisiyiz ama şehrin izin verdiği kadarıyla buralıyız. Evde veya çay ocağında hep bir bekleyenin bulunur. Bu da bize yeter.

dsc08584

Ak saçlı yaşlıca olanı şehrin turistik mekanlarının giderek yayılmasıyla sokağın tadının kaçtığından, mahallelinin tek tek evlerini satıp gittiğinden yakındı.

- Bugün çalıp söylediğimize, sesimizin gür çıktığına aldanma, suyu çekilmiş değirmen gibiyiz. Şehrin ev kedisi gibi yaşayanları buraları sahiplenmek için eksilmemizi bekliyorlar. Çelik kapılar, kilitler altında tıkıldıkları evlerinde pencere önünde oturup sokağa bakmaktan öteye geçemeyecek olsalar da bu mahallede gözleri var. Her neyse derin mevzular bunlar.  Bak bugün sokak kedisi gibi olmuşsun. Huzursuzluğun geçtiyse tadını çıkar. Az sonra bizimki döner dolaşır yine gelir darbukasıyla şenlendirir ortalığı. Sokağın sesine bırak kendini. Allah ne verdiyse, yaşa gitsin.

Akşamın serinliğine direnip bir süre daha oturdum, taburenin üzerinde. Sonra?

Sonra şehrin çağrısı yakamdan paçamdan çekiştirip yola koyulmam gerektiğini hatırlattı. Gerçekliğinden hiç kuşku duymadığım ve sorgulamadığım şehir hayatına geri döndüm. Trafik rahatlamıştı. Galata köprüsünden geçerken kapıları camları sıkı sıkı kapalı arabalarında huzur ve güven içinde yolculuk eden şehrin sakinleri gözüme ilişti.

Evlerine gidiyorlardı?

Mehmet Uhri

Not: Üzerine tıklayarak fotoğrafların orijinal boyutlarına ulaşabilirsiniz.

Soma’nın Çocukları

Pazartesi, Haziran 9th, 2014

soma2

13 Mayıs 2014 günü Soma’da yaşanan maden faciasının ülke düzeyinde yas ilan edilmesine yol açan derin etkileri oldu. Madende ölenlerin acısına yakınlarının ve geride kalanların yaşadığı keder ve ıstırap eklendikçe üzüntü derinleşip toplum geneline yayılan travmaya dönüştü.

Facianın ardında yatan ve sistemin sorgulanmasına yol açan çalışma koşullarının, travmanın doğurduğu isyan hissiyle birleşip sosyal öfkeye dönüşmesine de tanık olduk. Yaşananlar her ne kadar tarafların siyasi tutum almalarına ve kutuplaşmalarına yol açsa da olayın olduğu yerde Soma ve çevresinde kayıp yakınları ve  ailelerinin acısı derinleşerek devam ediyor. Üstelik, genele yayılan infial ve yardım etme arzusu hızlı değişen ülke gündemi ile hafifleyip unutulmaya da başlandı.

Travma sonrası yaşanan inkar, isyan, pazarlık, depresyon ve kabullenme süreçleri Soma ve çevresinde geride kalanlar arasında depresyon ve kabullenme sürecine doğru hızla akarken facianın etkileri toplumun hafızasından tıpkı Van depremi gibi yavaş yavaş siliniyor.

soma1

Halbuki hepimiz biliyoruz ki; yaşanan travmanın akut etkileri geçse ve kısmen unutulsa da doğurduğu olumsuz psikolojik etkiler çocuklar başta olmak üzere son derece yıkıcı ve ağır sonuçlar doğurabilecek biçimde devam edecek. Yardım kuruluşlarının enerjisi ve isteği günden güne azalırken geride kayıp babalar, yaşadığı acı nedeniyle ağır depresyon yaşayan hayata küskün anneler ve böylesi bir ortamda hayata tutunmaya, olanları anlamlandırmaya çalışan çocuklar kaldı.

Soma?nın çocukları için yaşananları açıklamak, rasyonalize etmek hiç kolay değil. Yaşları itibariyle ölüm gerçeği ve bu gerçeğin doğurduğu soyut düşünceden yoksun haldeyken onlara ulaşıp yalnız olmadığı hissini verebilecek, içinde yaşadıkları toplumda tutunabilecekleri bir şeyler olduğunu gösterebilecek çabaya gereksinim olduğu açıktır.

Kendi haline bırakılırsa, zamanla acılar toplumun hafızasından silinmeye başlayacak, geride kalanların yalnızlık ve terk edilmişlik hissi pekişecektir. Facianın toplum genelinde doğurduğu infial ve yardım etme duygusu zaman içinde azalırken geride babasını yitirmiş çocuklar, yaşanan acının doğurduğu depresyon ile hayattan uzaklaşmış anneler ve diğer aile büyükleri kalacak. Pek çoğumuz için Van depreminde olduğu gibi yaşanmış, yaraları sarılmış ve bitmiş gözüyle bakılan sıradışı bir olay gibi algılanacak olan Soma faciası, geride kalanların hayatlarını etkilemeye devam edecektir. Bizler kendi güncelimize dönerken çok değil 6 ay sonra yaşananları, kayıpları ve nedenlerini anlamlandırmaktan yoksun babasını yitirmiş yalnızlık ve terk edilmişlik içinde kıvranan çocuklar, o çocuklar ile ilgilenip onların yaşadığı travmayı bir nebze olsun hasarsız atlatması için çabalamayı aklına bile getiremeyecek kadar derin depresyon içinde hayata tutunmaya çabalayan anneler kalacak. Okullar açıldığında belki bu sürece öğretmenler katkı sunmaya çabalayacak ancak çocukların terk edilmişlik, sevgisizlik, ilgisizlik ve bir tür cezalandırılıyor olma hissi kalıcı hale gelecektir. Soma?nın çocukları babanın yokluğuna ek olarak üzerinden depresyon akan annelerin ilgisinden uzaklaşma ve sanki bir kabahat işlemiş, cezalandırılıyormuş hissiyle hep kendini suçlayacak. Adalet beklentisi azalmış, hayatın kıyısında dolaştığı halde kimsenin dikkatini çekmeyen bireyler olarak yetişecektir.

Kederli arkadaşlarına bakıp o madenden babası sağ kurtulduğu için sevinemeyen diğer çocukların suskunluğu da cabası.

Unutulmuşluk ve yalnızlık girdabıyla zaman hızla akacak. O çocuklar içlerinde öfke, yalnızlık ve adeletsizlik hissiyle büyüyecek, içinde yetiştiği toplumdan kopuk, herşeye, herkese ve tüm değerlere öfkeli, sevgisiz gençler olarak karşımıza çıkacaklar. Toplum bugün, şimdi, hemen ve sürekli olarak onlara elini uzatmaz, yaşadıklarını görüp anlamaya çabalamaz, tutunma olanağı sunmaz ve acıları ile başbaşa bırakırsa değerlere saygılı, adalet duygusu gelişmiş bireyler olmalarını beklemek de akılcı olmayacaktır. Terör örgütlerinin özellikle intihar saldırıları için böylesi topluma öfkeli, adalet beklentisi kalmamış yaşamın kıyısındaki bireyleri seçip kullanıyor olmasının rastlantı olmadığına da not düşelim.

soma3

Yaşanan facia herkesi olumsuz etkilemiş olsa da böylesi bir acıyı atlatabilmede gerçekten yardıma gereksinimi olan Soma?nın çocuklarına etkili ve sürekli yardım elini uzatabilecek organizasyonların hayata geçirilmesi facianın gelecekteki olumsuz etkilerini azaltmada belki gözle görülür elle tutulur bir etki doğurmayacaktır. Ancak şartlar ne olursa olsun, bölgenin annelerine ve diğer aile büyüklerine çocukların yaşadığı travmanın etkilerini azaltmada yardım eli uzatabilecek, okul ortamında öğretmenlere bu konuda duyarlılık artırıcı yönlendirme ve destekte bulunacak sosyal ve psikolojik sürekli destek verici organizasyonların hayata geçirilmesinde herkes sorumluluk hissetmelidir.

Onlar Soma?nın çocukları. Onların sessiz çığlığına kulaklarımızı tıkar, yaşanan faciayı sadece siyasi tartışmaların çerçevesi içinden okuyup anlamlandırmaya çabalarsak ileride onlara anlatacak hiçbir şeyimiz olmayacaktır. Bu utanç da hepimize yeter?

Dr. Mehmet Uhri

ÇAREDER ( Çocuk Akıl Sağlığı ve Rehberliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı )

Mardin’in Midyeleri

Pazartesi, Haziran 2nd, 2014

bm4

Peşimizdeler, kurtulamadık onlardan.

Bizler boğazın midyeleriyiz. İstanbul boğazını mesken tutarız. Eksilip azalsak da hep buradayız. Hiçbir şeyden çekmedik şu Mardinlilerden çektiğimiz kadar. Biz kaçtık onlar kovaladı. Zamanla birbirimize benzedik.

Buralıyız, tutunacak başka yerimiz yok, gidemeyiz. Boğazın hızlı akıntılarına direnir kuytuda yaşar akıntıyla gelen ne varsa kabuğumuza hapseder, besleniriz. Mardinliler ise, ne kadar kuytuya saklansak da arar, bulur söküp çıkarırlar. Bıraksalar belki yirmi yıl hatta daha fazla yaşayacağız ama bırakmazlar. En fazla 3-5 yıldır ömrümüz.

Minicikken yerimizi bulur, göz koyar büyümemizi beklerler. Hangimizin nerede olduğunu hangi zamanda toplanacağımızı iyi bilir, Mardinliler. Tutunduğumuz yere kazık çakmak gibi niyetimiz yok. Herkes ve her şey gibi gelip geçici olduğumuzu biliriz. Gidecek yerimiz olsa durmazdık buralarda. Bizler boğazın midyeleriyiz. Bir Mardinlinin eline düşene kadar tutunmak ve yaşamak zorundayız.

Peşimizdeki Mardinliler de bize benzer. Zamanında sökün edip göçe uğramış çıkıp şehre gelmiştir. Onların da gidecek başka yeri yoktur. Tutunabildikleri ne iş olsa uğraşmış sonunda biz midyelerin başına musallat olmuşlardır. Yaptıkları işin yasal olmadığını bilseler de ekmek parası peşinde kaçak göçek midyecilik yapmaktan geri durmazlar.

Bizler gibi kuytuda yaşarlar. Tatil günleri veya akşam alacasında gizli saklı midye çıkarırlar. Dedim ya; yoktur aslında bizden farkları. Kabukları serttir. Kimseye göstermedikleri içleri ise yumuşaktır. Herkes onları sert kara kabukları ile tanır, ürker uzak durur. Bizler gibi çer çöp ne bulurlarsa kabuklarına hapsedip ayakta durmaya çabalar, gerekli gereksiz ellerine ne geçerse biriktirirler.

bm2

Büyüdükçe sertleşir hoyratlaşırlar. İnsandır, ne de olsa. Halbuki küçükken bizler gibi kabukları ince, içleri temizdir. Tutundukları yerde yaşama ve büyüme telaşında şehrin kirinden pasından ne varsa alıp bir kenara koyarlar. Bizler gibi onların da içleri büyüdükçe kirlenir. Kirini pasını gizleyebilmek için kara kabuklarını kalınlaştırır o kaba hoyrat hallerine dönerler. Şehrin kirine bulanıp büyüdükçe içlerinin yumuşaklığını da unuturlar.

Benzeriz Mardinlilere. Bizler de kirleniriz onlar kadar. Ama içimiz hep yumuşaktır.  Başımıza gelen onların da başına gelir. Gün gelir birilerinin gözüne batarlar. Yerleştikleri yerden söker, daha kuzeye, ücra yerlere sürülürler. Böyle zamanlarda Mardinlilerin sayıları eksilse de tükenmezler. Gittikleri yerde tutunup yine bizim gibi kabuğuna çekilmişlerin peşine düşerler. Dedim ya; benzeriz birbirimize.

Boğazın midyeleriyiz, içimizden boğazın suları geçer. Bu şehirde tutunmak zordur. Akıntıya kapılıp yer değiştirenimiz de çoktur. Dere ağızlarını çok sevsek de Mardinliler önce oralara bakar. Bilirler, nerede olduğumuzu. Sonra sıra kenar köşeye, yalı önlerine gelir. Kuytuya saklansak üstümüzü mercanlar örtse de bulup çıkarırlar. Bizler hep buradaydık. Sayımız azalsa da tükenmeyiz. Boğazı bırakıp gidecek halimiz yok. Peşimizdeki Mardinlilere inat, direniriz…

mm2-2

Şehirdeki her canlı gibi burada çoğalır burada eksiliriz. Eksilsek de tükenmeyiz. Bir zamanlar doğal düşmanlarımız vardı. Şehir büyüdükçe bir bir yok olup gitseler de baş belası Mardinliler yüzünden sevinemedik. Artık doğal düşmanız denizde değil, karada.

Şu Mardinlilerin ne midye görmüşlüğü ne de yemek olarak yapıp yemişlikleri vardır. Ama dedim ya onların da derdi gücü bizim gibi şehirde tutunabilmek. Biz burada tutunmaya çabaladıkça onlar da bize tutunurlar. Ellerine geçirdikleri zaman öyle hemen canımızı almazlar. Lezzetimiz eksilmesin diye suda tutarlar. Yine bir yerlere tutunup hayatta kalacağını düşünür, umutlanırsın. Sonra karaya çeker ayıklamaya başlarlar. En iriler dolma yapılmak üzere ayrılır. Diğerleri tek tek kabuklarından ayıklanır ama yine öldürmezler.

Kabuğumuzdan sıyrıldığımız zaman olanca çıplaklığımız ile birbirimize tutunur, bekleriz. Bizimle uğraşanları da son kez o zaman görürüz. Onlar da sert hoyrat hallerini bırakıp bir araya geldikleri şu bir göz odada kabuklarını çıkarıp bizler gibi birbirine tutunurlar. Şehirde tutunabilmek için peşimizde olsalar da günü geldiğinde kendilerinin de sürgün edilip ayıklanacaklarının farkındadır. İsyan etmez, durumu kabulleniverirler.

Benzeriz dedim ya…

Bizler boğazın midyeleriyiz.

Gün olur bir midyeci görürseniz tezgahtaki midyelere ve onu satana iyi bakın. Onlar Mardin’in midyeleridir. Doğal düşmanımızdır. Kalıcı da değillerdir. Bizler yine iyi kötü tutunduğumuz yerden koparılsak da geride kabuğumuz, izimiz kalır. Onlardan ise  geride hiçbir şey kalmaz. Kimse onların farkında da değildir. İyi tanırız birbirimizi.

Bizler boğazın midyeleriyiz.

Kazınıp dökülsek, eksilsek de öyle başkaları gibi pes edip gitmeyiz. Bırakmayız buraları.

Bu da geçer der, kabuğumuza çekilir, bekleriz.